Çünkü; hayat güzel rüyaların haricinde kalan zaman dilimidir..Aslan karşısındaki kadına bakıyordu şaşkınca, söylediklerinde ciddi olamazdı değil mi? "Melek...sen...ne diyosun ya? Kafayı mı yedin?"
"Yoo! Aklım gayet yerinde. Ne söylediğimin de farkındayım. Hayatımda yediğim en sert dayan olsun lütfen. Bekliyorum." diyip kollarını iki yana açtı. Söylediklerinde bu kadar şaşılacak bir şey olduğunu düşünmüyordu genç kadın. Gayet normal bir şekilde belirtmişti dayak yemek istediğini. Planının ilk aşaması buna bağlıydı. Eh! Kendi kendini de dövemeyeceğine göre bu görev haliyle Aslan'a kalmıştı.
"Sen ciddisin."
"Daha fazla uzatma istersen Aslan! Sabaha Tunç'un evinde olmalıyım. Hadi!" dedi. Ama Aslan'ın hareket ettiği yoktu. Böyle donup kaldığında onu nasıl istediğini yapmaya ikna edeceğini çok iyi biliyordu Melek. Yüzüne yerleştirdiği alaycı ifadesi ile Aslan'a yaklşırken bir yandan da kendini gelecek olan darbelere hazırlıyordu. Aslan'a yeterince yaklaşıp durdu. Lens nedeniyle parlayan kahve gözlerini gözlerine dikti ve en sinir edici sesi ile konuştu;
"Düşünsene Aslan! Karşında ben değilde, Tunç'un eşi var. Sevdiği kadın. Ne yapardın? Tunç bu kadına deli gibi değer veriyor, ve o senin elinde. Tunç'un canını istediğin kadar yakabilirsin o kadın sayesinde. Bir düşünsene! Melek'i unut. Karşındaki Ece! Tunç'un karısı Ece! Ona vurduğun her darbeyi babanın katili o adama vurduğunu düşün bir de. O kadının yaralarının Tunç'ta kanadığını düşün. Onun babanı nasıl katlettiğini düşün. Tüm öfkeni burada topla!" dedi Aslan'ın çoktan yumruk yaptığı elini tutarken. Ve son vuruşu yapacak olan kelimeleri saldı dudaklarından.
"Ve vur! Bana değil Tunç'a vur!" dedi ve daha sözü biter bitmez sol yanağına yediği şiddetli darbe ile yalpaladı. Melek her zaman istediğini alırdı. Karşısındaki kim olursa olsun fark etmezdi bu. Ağzını dolduran kan tadı ile mırıldandı. "İşte bu kadar!"
Aslan yaklaşık on dakika sonra nihayet Melek'in sözlerinin edenini anlamış ve durmuştu. Ama süre içinde biriken öfkesini de Melek'e kusmuştu. Genç kadın neredeyse tanınmayacak halde yerde yatıyordu. Canının yanmasına değmişti. Aslan oturduğu yerden kalkıp Melek'in yanına gitti ve onu yavaşça oturttu. Bir yandan da söyleniyordu;
"Psikopatsın sen! Yemin ediyorum mazoşitin tekisin! Ne oldu yani seni bu hale getirince. Ne anladın bi ton dayak yiyince merak ediyorum gerçekten!" Melek patlayan dudağının izin verdiği kadarıyla gülümsedi. "Ne çok şey yaptığın farkında değilsin Aslan. Söyledim ya; sen bu darbeleri bana değil Tunç'a vurdun. Şimdi ikinci kısıma geçelim. Yaralara müdahale etme ve benim telefonumdan Tunç'u ara."
"Ne söyleyeceğim peki?"
"O iş bende. Telefonda bir ses değiştirme uygulaması var. Aramdan önce onu etkinleştir. Cevaplayanın Tunç olduğuna emin olunca da " 'Gel paketini al, karın depoda' de, ve kullanmadığın depolardan birine at beni. Tabii bir köşeden izle"
"Tamam. Burayı elden çıkardım zaten. Arasa da bana ulaşamaz buradan. Hem etrafta müsait işgence odası için. Bir kaç ayrıntıdan sonra daha iyi olur."
"Sen bilirsin. Tunç'u ara hadi. Vakit kaybediyoruz." dedi kesik kesik. Yediği bir ton dayaktan sonra berbat hissediyordu. Aslan Melek'in söylediği her şeyi aynen yaptı. Tunç'un yola çıktığını anlayınca söylediği gibi bir kaç küçük detay ile depoya daha pis bir yer havası kattı. Ve son olarakta Melek'in kendi kanı ile yazdığı notu da yere Melek'in yanına bırakıp gizlenmek için dışarı çıktı. Önce arabasını sakladı ve daha sonra deponun içini ve girişini gören güzel bir yere çöküp bekledi. Burayı avcunun içi gibi biliyordu,yakalanması imkânsızdı.
Melek kaybettiği kanın etkisiyle gözlerini kapattı. Kendini kasmıyordu. Bitkin görünmesi gerekiyordu ki bunun için rol yapmasına gerek yoktu. Sadece sakladığı duyguları saklamayı bırakması yeterdi. Yanında duran nota kan bulaşmamasına dikkat ederek yattığı yere yayıldı. Kendini kasmıyordu. Nasıl hissediyorsa öyleydi. Uykusu gelmişti, direnmedi ve gözlerini yumdu.
Tunç'un kafası telefonla konuştuktan sonra atmıştı. Hemen tüm adamlarını toplayıp Aslan'ın söylediği mekana doğru yola çıkmıştı. Orada kendisini neyin karşılayacağını bilmiyordu. 'Ölmüş olabilir' diye düşünüyordu içinden. Ve kendini suçluyordu. 'Belli ki uzun zamandır bu adamın elinde, ben ise beni terk ettiğini düşünüp aramadım bile' diye kendi kendini yiyordu sürekli.
Nihayet aracı toprak yolda gürültülü bir şekilde durduğunda, çevre güvenliğini umursamayıp hızla aşağı indi Tunç. Bir an önce karısını görmek istiyordu. Adamları kendinden daha hızlı davranıp deponun kapısını açıp savunma pozisyonu almışlardı bile. Onların görevi kendi canları pahasına her durumda patronlarını korumaktı. Aslında birleşseler patronlarının işini bitirebilirlerdi ama içlerindeki korku bunu yapmalarına engeldi. Ve tabii bazıları da minnet borcu ile bağlı olduklarından dolayı gruplaşmaya cesaret edemiyorlardı.
Hava aydınlanmaya başladığı için deponun içi azda olsa aydınlıktı. Tunç'un nefes alış verişleri adeta inletiyordu boş depoyu. Bir an önce karısını alıp buradan gitmek istiyordu. Hızlı adımlarla bir odadan fiğerine geçiyordu ve sonunda odanın köşesindeki karartıyı fark etmesi ile durdu. Cılız güneş ışıklarının aydınlattığı kadarıyla gördü karısının yüzünü. Kan içindeydi. Onun bu hale gelmesinin sebebinin kendisi olduğunu bilmek canını yakıyordu. Bu kadına karşı gerçekten bir şeyler hissediyordu.
Adımlarını daha da hızlandırıp koşarak gitti yerde yatan küçük bedene doğru. Yanına ulaştığında hemen karısının başını dizlerinin üzerine aldı. Bir şeyler mırıldanmıştı ama anlamadı, bağırarak adamlarını başına topladı ve emirlerini sıraladı. "Hemen etrafa bakın, en ufak bir detayı atlayanı yakarım! Bana obşerefsizin kim olduğunu bulun. Gerekirse Türkiye'yi alt üst edin ama bana bu lanet yerin sahibini bulun! Hadi!" dedi ve karısının narin bedenini kucaklamaya yeltendi. Tam.o sırada görüş alanına giren kanlı bez parçasının üzerinde yazan not ilişti. Bu karısının kıyafetinin parçasıydı ve üzerinde şu yazıyordu;
"Sıra sana geliyor az kaldı! M"
Kanlı bez parçasını eline alıp karısını kucakladı ve ayağa kalktı. Adımları sabırsızdı. Depodan çıkıp arabasına ulaştığında kapısını açan adama eve doktor çağırmasını söyleyip karısını arka koltuğa yatırdı ve direksiyona geçti.
***
Mert birkaç haftadır aklını işgal eden sorulara yanıt arıyordu. Gecenin bir yarısı, ya da sabahın körü olması hiç bir şey ifade etmiyordu. Tamam! Fırat bey Emre babasının arkadaşı çıkmış olabilirdi, ama bu onu rahatlatmamıştı. Aksine şimdi daha çok soru işareti oluşmuştu.
Eğer arkadaşlarsa Emre babası neden hala nasıl tanıştıklarını söylemiyordu?
Neden başbaşa konuşma ihtiyacı duymuşlardı?
Fırat bey neden Tunç tan intikam almak istiyordu?
Ve en önemlisi onu gördüğü ilk an gelen tanıdıklık hissinin sebebi neydi? Daha önce nerede görmüştü bu adamı?
İşte bu sorunun cevabını bulmadan durmak yoktu Mert'e. Bu güne kadar ki bütün dosyaları incelemeyi beşinci defa da bitirmişti. Yine elinde kalan kocaman bir sıfır! Sinirle oturduğu koltukta öne gitti ve elleri ile yüzünü kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Aldığı derin nefeslerin ardından ellerini yavaşca yüzünden çekti. Başını sıkıntıyla kaldırırken gözüne çarpan şey ile donup kaldı. ''Bunu nasıl düşünemedim?'' diye mırıldandı. Yüzünde kazanmışlığın getirdiği gülümseme eşliğinde ayağa kalktı. Gözlerini odanın her köşesinde gezdirip kendi kendine sordu: "Şimdiiii nerede bu eski albümler?"
Eveeeeet! Bir bölüm daha bitti. Finale bir- iki bölüm kaldı. Hala tam olarak nasıl biteceğine ben de karar veremedim ama güzel olmasını istiyorum tabii ki. Takipte kalın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUM
Teen FictionBir yeminle başladı bu hikaye. "Sen beni ve ailemi mahvettin,bende seni mahvedene kadar durmayacağım. Ölü bedenini görene kadar vazgeçmeyeceğim." dedi ve bu yola çıktı. Ama kader her zamanki gibi yaramazlık yapacaktı yine. Süprizlerle çıkacaktı kar...