Melek herşeyi hazırlamıştı. Bu gece buradan gidip yarın gözlerini Tunç'un evinde açacaktı. Planı biraz riskliyi, ama bu umurunda bile değildi. Saatler olağan dışı bir yavaşlıkta geçiyirdu. Hatta 'hiç geçmiyor' bile diyebilirdi. Tabii bu bir tarafan da iyiydi. Ne yapacağını en ufak ayrıntısına kadar düşünmesi için zaman buluyordu. Tunç zeki bir insandı, söylediklerinde çelişki olursa bunu hemen fark ederdi. Ama Melek'te zekiydi. Azraili görene kadar Tunç'un kendinden şüphe duymamasını başaracak kadar zekiydi.
Tüm yapacaklarını ve söyleyeceklerini aklında bir kez daha tekrar etti. Ezberlemişti artık. Derin bir nefes aldı ve yavaşça arakasına yaslandı. Canı hala yanıyordu. Fiziksel acısı vardı tabii, ama onu yıkmaya yetmeyecek kadar azdı. Onun acısı manevi bir acıydı, ona dayanacak kadar güçlü değildi. 'Eğer bir kişiyi daha kaybedersem yıkılırım' demişti ya zaten. Yıkılmıştı... Şimdi görünen bir enkazdı. Ve bu enkaz parça parça yok olmadan önce altındaki canları alacaktı. Canı yandığı kadar, can yakacaktı.
Kapının yavaşca tıklatılması ile yerinde dikleşti. Kapı aynı yavaşlıkta açılırken gözleei kapıdaydı. İçeri kimin geleceğini deli gibi merak ediyir bir yandan da Alp olmaması için dua ediyordu. Çünkü biliyordu ki yüzüne baksa aklından geçenleri saniyesinde anlardı. Sonunda kapı biraz aralandığında Mert'in mavi gözlerini gördü. Ardından "Girebilir miyim?" diyen sesini duydu. Evet anlamında salladı başını. Konuşmak istemiyordu. Alp'in sesini duymasını istemiyordu.
Mert içeri girip yavaşça kapattı tekrar kapıyı. İki adımda yanına gelip yatağın kenarına oturdu izin istemeden. Mavilerini Melek'in üzerinde dolştırdı ve cevabının 'hayır' olduğunu bildiği soruyu sordu; "İyi misin?" Melek burukça gülümsedi.
"Olacağım."dedi fısıltıyla. Mertin bunu duyduğuna emindi. Tüm dikkatini Melek'e vermişti. Derince bir nefes aldı Mert. Melek'in bu hali içini yakıyordu. Kardeşi olduğunu aklı bilmesede yüreği hissediyordu sanki. Ve bu gün Mert çok doluydu. Birisiyle konuşup acısını hafifletmek istemişti ve zihni onu buraya getirmişti farkında olmadan. Canı çok sıkılıyordu. Çünkü bu gün annesinin doğum günüydü. Annesi olmadan geçen yılları anını yakıyordu. Ve onun olmadığı bir doğum günü kalbini parçalıyordu. Kendini tutmayı bıraktı. Madem konuşmaya gelmişti, konuşacaktı. Ve buz gibi sesiyle konuştu;
" Bu gün annemin doğum günü biliyor musun."dedi ve gözlerini geldiğinden beri ilk defa Melek'in gözlerine dikti. "Peki sen neden buradasın?" diye sormadan edemedi Melek. Mert bir süre durdu. Sahi! Neden mezarlığa gidip her yıl yaptığı gibi annesinin mezarını bir kuytudan izlemeyipte buraya gelmişti. Melek'in sorusuna içinden geçen cevabı verdi.
"Bilmem! Aslına bakarsan ben de bilmiyorum neden her yıl yaptığım gibi bir köşeden annemin mezarını izleyip onunla geçirdiğim zamanları düşünmediğimi. Ben annemi sadece beş yıl gördüm, ama onunla bir çok anım var biliyor musun?"
"Ne güzel." demeden edemedi Melek. O anne kokusunu bir tek Alp'in annesinden biliyordu. Hep merak etmişti annesinin babasının kokusunu.
"Güzel değil." diye mırıldandı Mert. Ve devam etti Melek'e bakarken. "Bazen diyorum ki; annemin kokusunu bilmesem, belki daha az canım yanardı. Daha az üzülürdüm. O kokuyu bilipte, hiç bir yerde bulamamak çok kötü."
"Ben ne isterdim biliyor musun peki?" dedi Melek. 'Ne?' dercesine baktı Mert. "Annemin kokusunu solumak. O kadar küçüktüm ki onları kaybettiğimde...hiç. Hiç bir şey hatırlamıyorum onlar hakkında. Bazen düşünüyorum; annem ve babam yanımda olsa nasıl olurdu diye. Bir kardeşim olmasını çok isterdim mesela." dedi hüzün ve acı kokan sesiyle.
"Benim vardı. İsmini hatırlamıyorum, ama annem ve babam ona ya 'prensesim' derdi ya da 'Meleğim'."
"Nerede peki şimdi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUM
Ficção AdolescenteBir yeminle başladı bu hikaye. "Sen beni ve ailemi mahvettin,bende seni mahvedene kadar durmayacağım. Ölü bedenini görene kadar vazgeçmeyeceğim." dedi ve bu yola çıktı. Ama kader her zamanki gibi yaramazlık yapacaktı yine. Süprizlerle çıkacaktı kar...