[9]

597 55 3
                                    

8 Temmuz, Pazartesi

Gece.

Beni öpmüştün. Sana, denizin ortasında kalmış, yüzme bilmeyen birinin yüzen herhangi bir şeye sarıldığı gibi sarılmıştım. Sen de bana karşılık vermiştin. Çenemi öpmüştün. "Işığın üstüne senin karanlığın." demiştin, öperken derin nefesler çekmiştin. O günler yüzyıllar öncesinde kaldı.

Hala günde birkaç kez kusuyorum, en az bir kez. yorganların altında üşüyorum ve boğazım çölü andıran bir yere dönse bile, bir avuç kum yutmuş gibi hissetsem bile su içesim yok. Nadiren sadece. hayalet gibi olmuşum. Aynada gördüm kendimi. zayıflamışım, solgunlaşmışım. Herkesin sıkmaya bayıldığı dolgun ama biçimli yanaklarım kaybolmuş. Yarı yarıya ölü sayılırım.

Odamdan hiç çıkmadığım için seni görmedim. Günde birkaç kez sizin takımdan birileri gelip bana yiyecek bir şeyler getiriyorlar. Her seferinde iki çatal alıyor, ya benimle konuşmaya çalıştıkları birkaç dakika ya da gittikten sonraki birkaç saat içinde kusuyordum ama bu akşamüzeri bu kısır döngü kırıldı. İlk önce odama Tony girdi, kapının önünde durup ona bakmamı bekledi. Sonunda yılgınca ona baktığımda kısa bir an gözleri bana gönderttiği gözlükteydi ama bakışları tekrar beni buldu. İkiniz kavga ederek odamdan çıktığınızdan beri onu görmemiştim ama arkada bir yerlerde benden haberdar olduğunu biliyordum. En kötü ihtimalle Friday ona rapor veriyordur.

Ona baktığımda gülümseyip kısa bir selam verdi ve yana çekilip getirdiği kişiyi görmemi sağladı. Başını eğmiş bir dolu yemek olan elindeki tepsiye bakıyordun. Başını kaldırdın ve göz göze geldik. zaman kavramı bir an benim için koptu. Hatırladığımdan yorgun görünüyordun ve seni tanımasam, beni hatırlamadığını bilmesem senin de çöktüğünü söylerdim. Ama tanıyor ve biliyorum işte.

Bir an hayal gibi gelip yanıma oturmanı ve bir şeyler söylemeni izledim. Gözlerimi senden ayıramıyordum. Dudakların oynadı ve benden cevap beklemeye başladığında kısaca başımı salladım. Sonunda göz temasımız kesildiğinde zaman ve sesi idrak edebilmeye başladım. Kucağındaki tepsiye bakıp eline çatalı aldığında ben de senin gibi tabaklara baktım. Altın rengi patates kızartması, Heinz'in mild hardalı -tam bir hardal tiryakisi olarak tabii ki ayırt etmiştim-, acı sos gibi duran kırmızı bir sıvı, bir parça danadan Viyana şnitzeli. Büyük bir tasın içinde güzel bir yeşil salata, içine domates, sosuna balzemik sirke ilavesiyle, diğer bir tabakta domatesli ve kremalı bir spagetti. En son bir tas yoğurt. Hepsi tercih ettiğim gibi az tuzlu.

Bir an düşündüm, bana bunları sen yedirirsen enteresan ve istenmeyen görüntüler çıkma ihtimali yüksek olurdu. Bu yüzden kimsenin gözleri kanamasın diye çatalı senin elinden aldım ve ellerimiz arasında minik bir elektron alışverişi yaşandı. Çok akıcı anlatıyorum ama durup düşşündüğümde bile, mesela az önce oldu, zaman kopuyor. Sana en son ne zaman bu kadar yakındım hatırlamıyorum. Haftalar önceki gibiydik bir an, sonra tabii ki her şey dağıldı.

Biraz yoğurt ve birkaç tane de patates yemiştim. O sırada Tony birden dile geldi. "Hala mide rahatsızlığın devam ediyor mu Serry?" Halihazırda beni izlemekte olan ve içgüdüsel olarak her göz göze gelişimizde gözlerimi kaçırdığım sen, bana daha da dikkatli bakmaya başladın. Ayriyeten, zaten bunu ikinizin de bildiğini biliyordum ama en iyi ihtimali -sessizliği dağıtmak için olduğunu- çaresizce umut ederek başımı salladım. "Evet." Demekle yetindim. ne diyebilirdim ki, beni hatırlamadığın için ağır bir depresyona girdiğimi ve bilinçli olarak yemeği reddettiğimi mi? Bunu senin yanında söyleyemezdim, bana acımanı istemiyordum. Bu yüzden sadece tepsi içinde bıçak aradım ve buldum da. Şnitzelden küçük bir parça kestim. hardal ve acı sos karışımına daldırıp ağzıma attım.

"Tabii bu konuda uzman olan sensin ama bu hastalık hali hayli uzun sürdü," dedi Tony ama tamamlamadı. Ne ima etmeye çalıştığını anlamadım. En azından düşünmedim desem daha doğru. Normalde onunla takışmayı severdim, aslında herkesle takışmayı seviyordum ama bu Tony gibi zeki biriyle daha zevkli oluyordu ama hiçbir şekilde halim de mecalim de yoktu o an.

"Sadece kendime iyi baktığım söylenemez." Pekala birbirimizi kandırmayalım, kendime hiç bakmıyordum.

"Bak o zaman." dedi Tony gayet normal bir şey söyler gibi. Makarnadan aldığım ufak kısmı çiğnerken ona pek çok hakaret içeren gıcık tebessümümü attım. Yuttuktan sonra da basitçe, "Zekan bizi aydınlattı." diye dalga geçtim.

"Kendine dikkat etmelisin, genelde kim ne getirirse getirsin yemiyorsun. Neredeyse çocuk gibisin." dedi Tony bir anda. İster inan, ister inanma Steve, doyduğumu hissettim ve seninle beraber gelen iştahım sensiz gidiverdi. Çatalımdaki diğer bir parça şnitzeli de bıraktım ve arkama yaslandım. Tony'nin yüzüne dönüp bakarken senin gözlerinin hala bende olduğunu görmüştüm. Zaten eskiden bakışlarının bende bıraktığı etkiyi hatırlıyordum, aynı şeyi hissettiğime şüphe yoktu. "İşte bundan bahsediyorum."

"Gerçekten yaşlandın değil mi?" diye yüzümü buruşturarak sorduğumda çatalımı eline aldığını gördüm. Benim bıraktığım parça şnitzeli çatala geçirip havaya kaldırıp inceledin. Ağzına atarken sana dehşet içinde bakıyordum. Az önce benim çatalımdan bir şey mi yemiştin sen? Sanki saliseliğine birkaç hafta önceye gittim ama gözlerimi kırptığımda gerçek zamanda olduğumu hatırladım.

"Görmeyeli gözlerin yeşilleşmiş." dedi Tony yavaşça. Ağzındakini yuttun ve gözlerini tekrar bana çevirdin. Sanki etrafımızda bir zaman girdabı oluştu. Belki de dakikalarca birbirimize baktık. Belki de abartıyorum ama durumdan sen de benim kadar etkileniyor gibi duruyordun. Sonra, bir  anda ağzıma salata tıkmaya çalıştın. İnan nereden geldiğini şaşırdım ama senin kullandığın çataldı ve sanki bir an her şeyin normale dönebileceği hissine kapıldım. Eskisi gibi günlerimizi beraber geçirebilecekmişiz gibi. Belki de sadece grip olmuşum da sen işinden izin alıp bana bakmak için evde kalmışsın gibi düşünmek istedim. Bu her şeyi basitleştirirdi ama biliyorsun, hakikat fazlasıyla farklı. Buna rağmen ağzımı açtım ve nazikçe bana salata yedirmene izin verdim.

Tüm yemek boyunca konuşmadın ve sürekli konuşan Tony'e sadece geçiştirici cevaplar verdim ben de. Bu fırsatı haftalardır yakalayamamıştım bu yüzden ben de senden gözlerimi ayırmadım. Bu sefer gırtlağıma kadar doyduğumda sakince başını salladın ve ayağa kalkıp kapıya ilerledin. Tony de ardından gelirken bana gülümsedi. Hatta yanıma kadar gelip saçımı okşadı. Bir an ondan bana umut dolu bir enerji aktı. "Artık eskiye dönmelisin," dedi yavaşça. "Temizlik rutiniini çok uzun zaman aksattın." Tony'nin benimle en çok dalga geçtiği şey de bir zamanlar temizlik rutinimdi. Binlerce şey yapıyordum her gün. Bir ara sürekli diline dolamıştı ve o an ne zamandır duş almadığımı fark ettim.

Gittiğinizde, ki gitmeden önce arkanı gönüp bana bakmıştın, uzun zaman sonra tekrar doymuştum ve bu hissi neden sevdiğimi hatırlamıştım. İnanır mısın bilmem ama, siz gittikten sonra kusmadım. Metabolizmamın yemekle buluştuğu için normale döndüğünü hissedebiliyorum. Belki de, eskisi gibi olamamızın yolu, eskisi gibi olmamdan geçiyordur?

i should've kissed you longerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin