[10]

590 53 4
                                    

11 Temmuz, Perşembe

Öğleden sonra.

Depresyondan parmak ucumu bile çıkartmamın bu kadar işe yarayacağını bilsem, inan bana sen geldikten hemen sonra parmak ucumu değil; direkt kafamı falan çıkartırdım.

Anladığın üzere kendimi yapıştığım ve e. coli bakterileriyle fethettiğim yatağımdan çıkarttım. ilk işim uzun mu uzun bir duş oldu. defalarca kez şampuanladım kendimi. inan, anında daha rahat hissetmeye başladım. ardından sıcak suyun mayıştırmasını bir kenara bırakıp üstüme bir şeyler giydim, ıslak saçlarımı taradım ama kurutmadım. aynada gördüğüm yüz, inan, ancak ve ancak bir zombiye ait olabilirdi. solgunlaştığımın ve çöktüğümün farkındaydım ama bu kadarını beklemiyordum. bu yüzden umutsuzca çekmecelerde bir şeyler ararken aslında "tam olarak aradığım" şeyleri buldum. makyaj malzemeleri. urban decay fondöten, fenty highlighter ve ah, chanelden güzel bir nude ruj. tony bunları buraya koydururken gerçekten bu kadar öngörüşlü olduğuna hayret ettim. belki de sen bana yemek yedirirken kolayca bana fark ettirmeden bunları koymuştu. eğer öyleyse basit ama yeterince zeki bir hamleydi.

elbetteki yüzümdeki çökükleri kapatmak, aynı zamanda bayıldığım için, bolca highlighter kullandım. tek sorun yüzümün karanlıkta fosforlu gibi parlamasıydı ama pişman değilim.

odamdan çıktığımda bakan herkes beş kez daha bakıyordu. bunun highlighter yüzünden mi yoksa durumumu bildikleri için mi olduğunu bilemedim. belki her ikisiydi. yenilmezlerin özel kullandıkları salona gidiyordum ama senin de orada olma ihtimalin heyecandan karnımı uyuşturuyordu.

sonunda o yüksek tavanlı, metalik renk yoğunlukluklu odanın kapısını açtığımda herkes ayakta durmuş bana bakıyordu. muhtemelen kameralardan görmüşlerdi ya da jarvis haber vermişti. her ne olursa olsun baskı altında hissettim ve odama kaçmak istedim. neyse ki ilk tepkiyi tony verdi ve abartıyla elini kalbine koyup, "ne de çabuk büyüyorlar," diye söylendi. bu, ister istemez yetersizliğimi tekrar hissettirdi bana. ama bir şey demedim, ardından natasha yanıma koştu ve elimden tutup geri geri yürürken beni salona çekti. gülümseyerek beni inceledi. ardından bana sarıldı. "inanamıyorum, duş almışsın!"

"buna ben de şaşırdım," diye alay ettim. geri çekildi ve yüzümü avuçları arasına aldı. "ah, harikasın!" bunun abartı olduğunu biliyordum ama keyfini çıkartıp yavaşça gülümsedim. şu son zamanlarda yeterince her şeye üzülmüştüm zaten. natasha geri çekildiğinde bruce ile selamlaştım ama yarıda kesmek zorunda kaldım çünkü wanda bir anda yanıma gülümseyerek gelip ellerini belimin iki yanına koyup gözlerini kapattı. pekala, bunun pek normal olduğunu sanmıyordum ve herkesin aksine wandaya bakarken istemsizce kaşlarımı çatmıştım. eğilmemişti, bir şey yapmamıştı, benden yarım adım uzakta, ellerini belime yerleştirmişti ve son derece dik duruyordu. sonra, gözlerim istemsizce yukarı gitti, seninle göz göze geldim. karnımda bir şeyler titredi sanki, dünya durmuş gibiydi. ne wandanın ellerini çektiğini, ne de herkesin durup ikimizi izlediğini fark ettim. seninle ilk göz göze gelişimizdeki gibi bakıyordun bana. dehşete düşmüş biçimde. gözlerimi önceden olduğu gibi dakikalarca senden alamadım.

bin kere olsa, bin kere sana bakmayı tercih ederim steve. bundan hiç gocunmam.

bundan sonrasında, neredeyse filmlerdeki gibi etrafı hiçe sayıp sana yürüyecektim ama Tony bir anda "Çilekli pasta!" diye çığlık atıp bir yere koşturduğunda sudan çıkar gibi kendime geldim. sonrasında ikimizin de dikkati dağıldı. herkes ayrı bir tarafa dağıldı ve Tony, Clint aracığıyla bana devasa bir dilim pasta yolladı. sadece iki parça çilekle yetinirken Clint, pastanın tamamını bana yedirtmek için elinden geleni yaptı ta ki, "Düşündüğüm şey mi?" diye soran biri dikkatimi çekene kadar. başım istemsizce sesin kaynağına döndü. Bruce ve Tony konuşuyorlardı. o sırada Clint'in yedirmek için direndiği bir parça pastayı sussun diye yedim.

"Evet," dedi Bruce. Gözlüğünü düzeltti. "Sence ne zaman fark eder?"

kimden bahsediyorlardı?

"Bilemiyorum, kendi haline bırakalım derim ben."

"Hiç Tony Starkvari bir hareket değil bu," Bruce güldü. "Senin ortalığı karıştırmak üzere mikser görevin yok muydu?"

"Ha!" diye sahte bir gülücük attı Tony. işin geyik muhabbetine döndüğünü fark ettiğim için Clint'i başımdan savacaktım ki Tony devam etti. "Çok komiksin. neyse ki ben kendimi tutmayı becerebiliyorum. natashaya kaç saniye sonra ötmeyi planlıyorsun?"haberler bruce'un natasha'dan gizleyeceği kadar önemli miydi?

Bruce derin bir nefes verip etrafa baktı ve gözleri bir yerde takılı kaldı. Sana bakıyordu. "Sanki yeterince Shakespeare oynu içine düşmemişiz gibi."

Tony de onu taklit etti. "Bu işin içinden kendilerini ancak yine kendileri kurtarabilir," dedi, bana bakacaklarını hissettiğim için Clint'e döndüm ama Clint bana sinsi sinsi bakıyordu. "Ya bu pasta biter ya da ne biliyorsam bir mikrofon alıp öterim." diye tehdit etti beni. evet, steve olayı hızlı kavradım ve o kadar pasta yedim ki göbeğim çıktı. o sırada sen de bir köşede can sıkıtısıyla içkinle oynayıp duruyordun. yanındakiler umurunda değildi.

böyle üzülmeni görmek... bu beni de üzüyor steve. her şey düzelebilir. tony haklıydı. kendimizi ancak ve ancak kendimiz kurtarabiliriz. Bunu tek başıma yapamam, kahraman olan ben değilim. sensiz yapamam. bunun düşüncesi bile nâmümkün. ruhum depremlere gebe, Steve. beni yıkmak için elinde meşalelerle bulunan öfkeli bir halk gibi bekliyorlar. bu anlamlandıramdığım ortamda bulunmam herkese iyi olduğum, derin hüzün denizinden çıktığımı düşündürebilir ama böyle değil. ben hala hüzün selinde bayır aşağı sürükleniyorum. beni oradan tek çıkartabilecek olan sensin. başkası değil. bizi kurtaracak olan sensin, başkası değil.

i should've kissed you longerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin