20 Temmuz, Cumartesi
Öğlen,
Bir aydır gitmediğim işime gittiğimde tabii ki de kovulduğumla ilgili kibar bir konuşma beklemiştim. Bonus niyetine yerime geçen kişiyle de karşılaşmıştım. Moralim daha ne kadar iyi olabilirdi ki, üstüne tek başıma uyanmıştım, yine.
Müdürün odasına gidip bunca zaman iyi bir çalışma geçmişimiz olduğunu ama senin de durumun göz önüne alındığında seninle ilgilenmemin daha gerekli olduğunu düşündüğünü, malesef yollarımızı ayırma vaktimizin geldiğini dinlerken sesimi çıkartmamıştım. Sadece "Sizinle çalışmak güzeldi." diyerek elini sıktım ve arkamı dönüp çıktım. Sekreteri bana eşyalarımın olduğu küçük koliyi verirken bunun zamanının geldiğini düşünüyordum.
Koliyi arabamın bagajına koyarken neden bu kadar süredir bir başkası için çalışıp onların istedikleri saatte orada olduğumu sorguladım. Bagajı kapatırken bir poliklinik açmaya karar vermiştim bile. Evraklar ve resmi işleri tony ya da bilemedin jarvis hallederdi. Belli bir hasta grubum zaten vardı, yanında çalışan olarak okuduğum fakülteye gidip stajyerler için antlaşma yapar, dekanlarımla konuşurdum. Üstelik sadece muayene için olacaktı, bıçak işini sevmiyorum, biliyorsun. Kolay olmayadabilirdi ama elimden geleni yapacaktım bir kere, beni durdurabilecek pek biri yok desem yeridir.
Eve dönüp koliyi açtığımda karşıma ilk çıkan şey bir fotoğraftı. Bunun varlığını tamamen unutmuştum. Kameraya bakmıyorduk, arkamızda harika bir pembe-mor rengiyle güneş batıyordu. Birbirimize dönmüş gülümsüyorduk. Resmin alt taraflarında el ele tutuşuyorduk.
Daha fazla bakamayacakken -zaten anılar uçuşmaya başlamıştı-, kapı çaldı. Bu şaşırtıcıydı ama o anki duygu yoğunluğumla şaşıramadım bile. Kapıyı açtığımda bir postacı vardı. Elinde ufak bir paket tutuyordu. "Tony Stark size bir paket yolladı." dedi adam, soyadımı sorduğunda söyledim. Sorgulamadan paketi bana verdi. üzerinde durmadım. Açtığımda bir gözlük kutusu çıktı. Onu da açtığımda o meşhur gözlükle bakışıyordum.
Uzun zaman sonra ihtiyacım vardı ve bu git gide uyuşturucu hissiyatı vermeye başlamıştı.
Gözlüğü beklemeden taktığımda tavanlar pembe-mor renge boyandı. Taş korkuluklar yolumu kesti, birkaç ses işittim. Döndüğümde Pietro ve Natasha gülerek telefonla fotoğraf çekiyorlardı. Sonra o şeyi gördüm. Arkada biz aynı fotoğraftaki gibi birbirimize bakıyorduk. Bir yandan elimi tutmuş, diğer yandan elini enseme koymuş beni kendine yaklaştırıyordun. Birbirimizi öptüğümüzde Pietro enteresan sesler çıkarttı ve ben hızlıca elimi saçlarından geçirdim.
Sana yemin ederim parmakuçlarımda ve avucumda saçlarını hissettim. Bu acıttı, bu çok acıttı. Bir anda kendimi dizlerim üzerinde, iki büklüm ağlarken buldum. Benim tek ailem sensin Steve, nasıl soğukkanlı kalabilirim?
Biri sırtımı sıvazladığında yanıbaşımda Tony vardı. Kapatmadığım kapıdan girmişti içeri. Hızla boynuna atladım, buna o kadar ihtiyacım vardı ki. Birinin boynuna sarılıp aağlamaya...
"Hatırlamıyor." diye inledim çünkü hatırlamıyorsun. Bu beni bitiriyor.
"Her şey iyi olacak." dedi Tony ama ikimiz de böyle olmayacağını gayet biliyorduk. Beni bitiren şey, sen olacaksın Steve. Ne yaparsam yapayım, istersem poliklinik zincirim olsun, beni bitirebilecek tek kişi sen olacaksın. Yıllar süren çabalarımı sen; tek bir sözünle yıkabileceksin. Bu ne kadar aciz ve yetersiz olduğumu hatırlatmaktan başka bir şey anlatmayacak bana.
Sonraki bölüm 29 Temmuz'da, sağlıkla mutlulukla kalın...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i should've kissed you longer
Fanfiction"i would kill for you, my baby, i'm just sayin'."