Yiğit'in, Zeynep'in bizi gördüğünü söylediği zamandan bu yana yaklaşık bir gün geçmişti ve ben her an tetikte bir şekilde Zeynep'in bulunduğu bütün ortamlarda kaçıyordum. Zeynep ile yüzleşmekten korkuyordum. Bu korkum yüzünden de tüm günümü boş boş adayı dolanarak geçiriyordum.
Şimdi ise, dün araya bir ton şeyin girmesi yüzünden bir türlü yapamadığımız mızrağın başına yeniden geçmiştik. Dünkü hatayı yapmayıp gölgede yapıyorduk bu sefer mızrağı. Kaç ay olmuştu buradaydık hâlâ balık yiyememiştik. Sadece mantarlar, kokonat, yumurta ve birkaç meyve yemiştik. Unutmadan bir ara da yengeç yemeye çalışmıştık. Ama tadını pek beğendiğimiz yada daha doğrusu yapmayı becerebildiğimiz söylenemezdi.
Artık eve dönmemiz gerekiyordu, Ada büyümeye devam ediyordu ve büyüdükçe de sağlıklı bir bebeklik dönemi geçirmesi için ek besinlere başlamamız gerekiyordu. Zeynep'in durumu ise meçhuldu. Bir gün dinamik bir şekilde uyanıyorken bir gün de sanki yıllarca makinelere bağlı yaşamış hastanın bitkinliği sarıyordu etrafını. Onun bu çelişkili durumu beni korkutmuyor değildi. Sorununun ne olduğuna dair bir fikrimiz bile yoktu.
"Feza, tepeden toprağa bastır." Yiğit, eliyle göstererek bana nasıl yapmamı öğrettiğinde ona uyarak uzun çubuğu toprağa bastırdım. Toprağa iyice girmesinin ardından ise Yiğit, hızlı bir şekilde yeşil sarmaşık gibi sağlam bitkiyi etrafına sıkıca sarmaya başladı. "Senden şimdi diğer parçayı da kavramanı istiyorum." Dediğini uygulayarak yan tarafları kazılmış, diğerinin yapboz parçasıymış gibi duran küçük parçayı büyük çubuğa yasladım. Benim birleştirmemle hızlı bir şekilde Yiğit de sarmaya başlamıştı parçaları. Aynı işlemi bir diğer küçük çubuk parçasına da uyguladıktan sonra üçlü mızrağımız kullanıma hazırdı. Ne kadar sağlamdı bilinmez ama oldukça keskin olduğu kesindi.
"Hadi o zaman, balık avlama zamanı." Heyecanla konuşup güldüğümde Yiğit de bana uymuş ve gülerek başını sallamıştı. Elinde mızrak ile önden ilerleyen bedene yetişip hemen yanında yer almış ve yandan bakışlar atmaya başlamıştım.
Ne zaman bir iş üzerinde olsa üstüne bir ciddiyetlik biniyor ve dümdüz bir ifadeye ev sahipliği yapıyordu yakışıklı yüzü. Göz kapaklarım titreşerek ona bakmayı sürdürdüğüm bir sıra ayağımın bir taşa çarpmasıyla dengemi yitirmiş ve yere düşmüştüm. Hayır, Yiğit'in bile bana ne olduğunu algılayamayacağı, düşüşüme yetişemeyeceği bir hızla yerle buluşmuştum.
Yüz üstü bir şekilde ve ayağımda oluşan ağrıyla yerle bakışmayı sürdürdüğüm sıralarda Yiğit'in yumuşak tondaki sesi ilişmişti kulağıma. "Feza, sendeki bu sakarlık varken bunca yıl yaşaman bile mucize." Hafif yakınır bir edayla konuşmuş ve elindeki mızrağı köşeye bırakarak bana doğru eğilmiş ve hâlâ yüz üstü yattığım yerden sırt üstü çevirmişti beni.
Yüzümü buruşturarak Yiğit'e bakmış ve gözlerimi düşürerek ona kırgın bakışlar atmıştım. Gerçekten bu tepkiler elimde değildi. Vücudum kendi kendine tepki gösteriyordu bu güzel adama. "Ne oldu? Neren acıyor güzelim." Elini yanağıma atmış yavaş yavaş okşamaya başlamıştı.
Omuz silkerek elinin sıcaklığından geri çekilmeye çalıştım. Evet, bu da tripti. Bir trip atmadığın kalmıştı Feza diye kendi kendime söylendim. Bu verdiğim tepkilerim neyse de, içimden geleni dışa vuruyordu. "Fezam?" Yiğit'in endişeli sesiyle kaçırdığım gözlerim gözlerini yakalamıştı. Amberler tüm vücudumu turluyor neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Vücudunu biraz geriye itip kendim kalkmaya çalıştım. Onu itmemden dolayı çömeldiği yerden dengesini kaybetti ve yere oturur pozisyonda düştü. Kaşlarını çatar gibi olduğunda hemen ayaklanmaya çalışmıştım ama adaya geldiğimizden beri bütün yaraları hep aynı ayağım almıştı ve şu an da incinmiş, deli gibi sızlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Gökkuşağı (BxB)
RomanceBir ada, iki farklı insanı ne kadar değiştirebilirdi? "Yan tarafımızda harlanan gamsız ateş, ikimiz arasında geçen ruhani dansa, çıkardığı çıtırtı sesleriyle eşlik etti. Sessiz gökyüzü bizi tüm şefkatiyle izlerken, uçsuz okyanus hırçın dalgalarıyla...