"Ay, canım çok pis kola çekti." Zeynep elini, yardığı balığın içine biraz daha ittirerek konuşurken diğer yandan da gözlerini işgal eden büyük aşkla dudaklarını yalamıştı. "Şimdi bu balığın yanına ne güzel giderdi ama." İç çekerek biraz daha attı ağzına, kılçıklarına kadar yediği balığından.
"Rakı olsa daha da iyi olurdu." Ağzımda zaten bir lokma varken diğerini de yanına ekledim. Zeynep ile aramızın eskisi gibi olması beni çok mutlu etmişti ve birkaç gündür düşük olan moralim hiç bozulmamış gibi hat safhadaydı. Tüm bu güzel duyguların üzerinede, aylar sonra bu kadar lezzetli bir şey yemek hepimizi gerçekten tatmin eden yegane şeydi.
Zeynep konuşmamın ardından başını iki yana sallayıp güldükten sonra, tek elini yumruk yaparak omuzuma geçirdi. "Arzuladığı şeye bak. Yoksa alkolik miydin Feza sen?" Kaşlarını sorgular bir tarzda kaldırırken bir yandan da yüzünü, Yiğit'in düşünceli yüzüne dikmişti. "Yok ya, ne alkoliği. Sadece balığın yanında, birkaç bardak rakı içmeyi severim." Kendimi savunmaya çalışır gibi çıkmıştı sesim. Ama gerçekten kendimi savunuyordum. Ben alkol sevmezdim. Özel günlerde birkaç bardak tüketenlerdendim, o kadar.
"Neyse neyse, sonunda oğlumun karnına da sağlıklı, besin değeri yüksek bir süt girecek." Zeynep'in bir kere daha konuşup konuyu dağıtmasıyla gözüm Yiğit'in kucağında, bu birkaç ayın sonunda kundaktan kurtulmuş vaziyette, ellerini ayaklarını çırparak sesler çıkaran bebeği buldu. Ada, gerçekten çok hızlı büyüyordu. Zeynep'in ona doğumdan önce diktiği kıyafetler küçük gelmeye başlamıştı. Yeni kıyafetler için de, maalesef kullanacak fazla bir parçamız yoktu. Üstüne kış geliyor, bazı geceler adada sert fırtınalar kopuyor, yoğun bir üslupla beraber şiddetli yağmurlar yağıyordu.
"Yiğit neyin var senin? Neden moralsizsin bu kadar?" Benim gece başladığından beri merak ettiğim şeyi dillendiren kadınla gelecek cevabın merak rüzgarı içimi sarıp, ruhumu okşadı. Yiğit'im bu gece fazla durgundu. Tamam, Yiğit her an gülen ve bizimle her dakika şakalaşan biri asla olmamıştı. Biraz ağır bir karakteri vardı.
Nadirlikle ortaya çıkan çocuksuluğu, Yiğit tarafından oluşturulmuş sağlam prangalarını sadece benim yanımdayken kırıyordu. Ama bugünkü durgunluğu, diğer günlere oranla daha fazlaydı. Bir şeylere fena takılmış gibiydi.
Gözlerime tutunan amberler yaktığımız ateşin altında parlıyor, kızıl kıvılcımlarla tehlikeli bir dostluğa girişiyordu. "Buraya geldik geleli altı ay olacak neredeyse, yanlış hesaplamamışsam eğer." Derdini az çok anlıyor gibiydim. Hepimizin ortak derdi buydu. Geri dönememe başlığı altında yeşeren, endişe kökündeki korku.
"Zeynep, Ada artık sütün ile, tam anlamıyla doyamamaya başladı değil mi? Sağlıklı bir bebeklik dönemi için, ek besin takviyesi gerekiyor. Zaten sende sağlıklı beslenemiyorsun, sütünün bu zamana kadar gelebilmiş olması bile bizim için mucize. Ya hâlâ, hiçkimsenin uğrak yeri olmayan bu adada, bizi kurtaracak birilerinin inancıyla beklemeye devam edeceğiz yada kendi başımıza kurtulma planları yapacağız. Kış tam anlamıyla gelip, kapımızı çaldı çünkü."
Yiğit'in konuşurken hareket eden şefkat timsali büyük elleri, kendi küçük, tombul parmaklarını yeni yeni keşfetmeye başlayan ve o küçük, tombul elleri ağzındaki salyalarla iyice ıslatan bebeğin yanağını buldu.
Yiğit hala Zeynep'e bir şeyler anlatıyordu, ama ben Zeynep'e hararetle anlattığı şeyleri dinlemeyi çoktan bırakmıştım. Biz aylardır yaşıyorduk Yiğit'in bu söylediklerini. Hepimizden çok Yiğit inanıyordu kurtulacağımıza, bizi bu gibi inançlı umutlarıyla, kara gecelerimizde avutuyordu.
Sırf bu yüzden de, Yiğit'in şu anki derdinin bu anlattıkları olmadığını en içteki hücre taneciklerime kadar biliyordum. Hissediyordum. İçinde daha farklı şeyler yaşıyormuş gibiydi. Dışa vurmadığı, bize yansıtamadığı bir şeyler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Gökkuşağı (BxB)
Roman d'amourBir ada, iki farklı insanı ne kadar değiştirebilirdi? "Yan tarafımızda harlanan gamsız ateş, ikimiz arasında geçen ruhani dansa, çıkardığı çıtırtı sesleriyle eşlik etti. Sessiz gökyüzü bizi tüm şefkatiyle izlerken, uçsuz okyanus hırçın dalgalarıyla...