Omuzuma aniden giren derin sızı ile birlikte, birbiriyle birer yapboz parçası gibi birleşmiş göz kapaklarımı araladım. Kulübenin içinde yerde uzanıyordum. Etrafa kısa bir süre bakınca kızım hariç kimsenin içeride bulunmadığını farkettim. Kesik bir nefesle beraber sızlanarak yerimde oturur pozisyona geçtim. Kendime biraz daha gelmemin getirisiyle etrafa daha da odaklanır vaziyete gelmiştim.
Buğulu gözlerim kızımı yuvasında, sabah onun için hazırladığım solucanları yerken görmüş ardından ise gözüm Ada'nın beşiğine kaymıştı. Bu açıdan içeriyi göremiyordum ama beşiğin boş olduğuna emindim. Etrafta ne Yiğit'e ne de Zeynep'e ait bir parça görünmüyordu. İster istemez beni bu halimle bir başıma bırakıp nereye kaybolduklarına, neden kaybolduklarına kafa yormaya başladım.
Suratsız bir ifadeyle tırnaklarımı izlerken tüm bu yoğun düşünceler ardında unuttuğum yaram çalındı aklımın köşesine, derin bir sızlanmayla. Elimi uzatıp sıkıca sarılmış omzuma götürdüm. Eh, bu da bir şeydi. Beni burada tek bırakmadan önce yaramı sarmayı düşünebilmişlerdi. İçimi derin bir sıkıntı rüzgarı alıp bedenimin duvarlarına çarparken tırnaklarıma işkence etmeye devam ettim.
Sorun Yiğit ve Zeynep'in nereye kaybolduğu değildi belkide. Sorun Yiğit'in beni nasıl bu halde bırakıp gidebilmesiydi. Bu düşüncelerimi böldü, içimde unufak kalmış mantık kırıntıları. Yiğit, yirmi dört saatinin tamamını bana adamak zorunda değildi. Benim de kalkıp kalbimi attıran bu adamı zorla yanımda tutmam mümkün değildi.
Benim nasıl varsa Yiğit'in de biraz kendi kendine kafa dinlemeye ihtiyacı vardı, benim de başımı alıp gittiğim çok oluyordu. Burada başımdan kasıt, kızımdı. İşkence uyguladığım tırnak kenarım kanadığında sonunda onlara zulmetmeyi sonlandırabildim.
Derin bir nefes alarak tek elimle yerimde doğrulmuş ve iç dünyamda kendi kendimi tüketmeyi sonlandıracak bir adım atmıştım. Yarım saat civarı oturup düşüneceğime ve somurtacağıma kaçakları aramaya çıkabilirdim.
Tek elimden destek alarak zorlukla doğruldum ve hafif bir açıyla geriye eğilerek tutulmuş sırtımı esnetmeye çalıştım. Ardından ise uzamış saçlarıma ellerimi geçirip arkaya doğru kaydırarak, önüme düşen saç tutamlarından kendimi biraz olsun soyutladım.
Saçımı terkeden parmaklarım fazlaca gürleşen ve rahatsız edici bir kaşıntıya sebep olan sakallarımı kaşıdı. Küçük kulübenin açık kapısına birkaç küçük adımdan sonra ulaşmış ve kapı kenarına koyduğumuz yuvadan gözlerimin odağı olmuş kızımı elimle çağırmıştım. "Gel bakalım güzel kızım, senin düşman nerelere kaybolmuş bulalım." Aurora, başını solucanlardan kaldırarak bana bakmış ardından ise ağzında uzun bir parça şeklinde olan, canlı solucanıyla elime yönelmişti.
Bu sahneye o kadar alışmıştım ki artık iğrenmiyordum bile. Bu adadaki kimseden bir şikayetim yoktu daha doğrusu, bana düşman olan birkaç hayvan haricinde. Kızımı sağlam omuzuma yerleştirmem ve onun hemen uzamış saçlarıma yönelmesiyle birlikte çıkışa yönelmiştim. Aurora'nın habire saç tutamlarımın arasına girme eğilimi bana göre şu yüzdendi, kuşlar belli bir erişkinliğe yetişene kadar annelerinin kanatları altında, sıcak tüylerine sığınırlardı. Aurora'da bu içgüdüsel ihtiyacını, saç tutamlarıma karışarak bastırıyordu.
İlk önce Yiğit ve Zeynep belki sahildedirler ümidiyle oraya yönelmiştim ve uzun sahil yolunu yorgun adımlarla arşınlamıştım. Ne hüzün ki, sahilde değillerdi. Gerisin geri hızla dönmüş ve her gördüğüm hayvandan yönümü değiştirerek kaçınmıştım. Bir böcek bile gördüğümde korkuyla başka yöne atılıyordum. Sanırım bende hayvanlara karşı oluşan bir fobi gelişmişti. Bunun önüne geçemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Gökkuşağı (BxB)
RomantikBir ada, iki farklı insanı ne kadar değiştirebilirdi? "Yan tarafımızda harlanan gamsız ateş, ikimiz arasında geçen ruhani dansa, çıkardığı çıtırtı sesleriyle eşlik etti. Sessiz gökyüzü bizi tüm şefkatiyle izlerken, uçsuz okyanus hırçın dalgalarıyla...