Ertesi gün cenaze töreni yapıldı. Genç kadın ile bebeğinin cenazesine çok sayıda iş adamı, genç kadının sosyetik güzel arkadaşları ve iki tarafında ailesi geldi. Genç kadın sevilen bir insandı ve bu yüzden gerçek anlamda bir kalabalık vardı genç kadının son yolculuğunda.
Ameliyatta yaşatmak için annesinin karnından alınan ama ölü doğan bebekleri küçücük bir mezara konuldu ve mezar taşına genç adamın ilk aklına gelen, uygun olduğunu düşündüğü Can ismi yazıldı. O küçücük bir candı ama yaşamayı başaramamıştı. Doğmadan annesinin karnında arabanın içinde sıkışan genç kadının yaraları ile ölmüştü. Ve içi suçluluk duygusu ile yanan genç adam da o küçük bedenin konulduğu mezara her bakışında nefes alıp verirken ölüyordu sanki.
Bedeni sapa sağlam ayaktaydı ama yüreği, vicdanı kan kaybından can çekişiyor genç adama en büyük ızdırabı yaşatıyordu. Oğlunun doğmadan öleceğini hiç düşünmemiş ve her şeyi onun doğumuna bırakmıştı. Onunla annesinin karnında hiç ilgilenmemişti. Bir kez bile doktora gitmemiş, onun hareketlerini izlememişti. Karısının eve getirdiği ultrason resimlerine bile doğru dürüst bakmamıştı. Zamanlarının bu kadar kısa olabileceğini nereden bile bilirdi? Oysa ki genç adam oğluyla neler planlamıştı yapmak istediği.
Kendi babasına inat o ideal baba olmayı hayal etmişti ama belki de oğlunun varlığını ilk duyduğu anda yok saymasının cezasıydı şu anda toprağa konulan cansız bedene bakarken. Bu ceza çok ağırdı. Vicdanında ki yükü nasıl taşıyacaktı ölünceye kadar bilemiyordu. Ama emin olduğu şey hayatı boyunca olmadığı kadar perişan, üzgün olmasıydı. Genç adam o küçük mezara bakarken içi kan ağlıyordu. Az da olsa kendini baba olmaya hazırlamış ve oğlunu bekler olmuştu. Ama bu gün sondu. Baba olamadan babalığının son günü, son anıydı. Oğlu artık üzerindeki kara toprağın altında yalnız, soğuk, cansız olarak yatıyordu.
Karısı da oğlunun olduğu küçük mezarın hemen yanına defnedildi. Genç kadın umutla beklediği oğlu ile yan yanaydı. Umutla bekliyordu çünkü böylece kocasının en azından ona bir erkek evlat verdi diye gözüne girebileceğini, kalbini çalabileceğini düşünmüştü hamile olduğu ilk andan itibaren. Bu isteğini sözlü olarak dile getirmemişti belki ama içinde her zaman düşündüğü bir şeydi. Ve şimdi o küçücük umudu ile cansız bir şekilde yan yana yatıyordu. Ebediyete gidiyordu aşkını, umudunu, oğlunu yanına alıp kocasına hiç bir şey bırakmadan.
Genç adam bu mezara bakmaya çekiniyor, utanıyordu adeta. Aklında karısı ile hep son kavgaları ve genç kadının kendisinden istediği ve genç adamın ise reddettikleri vardı. Yaşasaydı genç kadın ve iş seyahatinden dönüp konuşsalardı, genç adam yine genç kadına istediğini veremeyeceğini biliyordu. Ama şimdi keşke demekten kendini alamıyordu. Keşke biraz deneseydim, keşke o şekilde konuşmasaydım. Ya da en büyük hatası olan evliliği, kalbini veremeyeceğini bildiği bir kadını eşi yapmasaydı. Keşke diyordu vicdanı ama nafile artık. Çok geçti yakınmalar için. Zaman yapacağını yapmış ve genç adamdan bir kez daha almıştı ve geri dönüşü mümkün değildi. Genç adama da sadece pişmanlık ve içindeki karanlık bir kara delik gibi olan vicdan azabını bırakıyordu acı çekmesi ve asla unutmaması için.
Aslan’ın yanına babası ile annesi yaklaştı. Üzgün bir şekilde genç adama sarıldılar ve “Başın sağ olsun oğlum.” Dediler.
Yaşlı çift dinç duruyordu belki ama görünen ne derse desin onlarda hatalarının altında kalmışlar ve belki de yıkılmaya yer arıyorlardı. O eski zıpkın gibi iş adamı yoktu artık. Şimdi başındaki saçlar ağarmış, gözlerine gözlük yerleşmiş ve yüzü derin çizgiler ile yer yer kaplanmıştı. En önemli fark ise gözlerindeki pişmanlık ve hüzündü. Bu bir iş adamının başarısızlığının hüznü değil hata yapan, başarılı olamayan, oğlunu ölmeden kaybetmiş bir babanın hüzünlü bakışlarıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜL'ÜN SÜRPRİZİ
RomanceTek bir sevgiyi bilen bir adamın Ve ona aşık olan kadının İlmek ilmek sabırla, sevgiyle örülen aşkı.