20.Bölüm: Reisin Dönüşü

459 58 2
                                    

Bir anda herkes şaşırmış bir şekilde sesin geldiği yöne doğru baktı. On sekizli yaşlarda, altın sarısı işlemeli beyaz bir kıyafet giymiş genç bir delikanlıydı. Yetiştiriciliği biraz daha yüksek olanlar gencin yüzünü görebiliyorlardı, kılıç gibi keskin kaşları, gece gibi derin siyah gözleri, pürüzsüz beyaz cildi ve rüzgârla sırtında hafifçe dans eden saçları vardı. Giydiği kıyafetlerin içerisinde o kadar yakışıklı duruyordu ki görenler gözlerini üzerinden alamıyordu.

Genç yavaş adımlarla kalabalığa doğru yürümeye başladı, attığı her adım da sanki toprak sallanıyor, gök titriyordu. 188 boylarında toplu bir fiziği olmasına rağmen sanki sırtında kocaman bir dağ taşıyormuşçasına sağlamdı adımları. Yavaş adımlarla yürümeye devam etti, ona göre birkaç saniyelik bir yürüyüştü ama Yıldız klanı halkı için senelere bedeldi. Yavaşça Yıldız klanının girişine doğru geldi, yüzünde hafif bir gülümseme ile Yusuf ve Emirhan'a doğru başıyla selam verdi.

Karşılarında ki gençliğe bakan Yusuf ve Emirhan yürekten bir gülümseme ile aldılar delikanlının selamını. Bu zamana kadar olan sıkıntılarının tamamı uçup gitmişti sanki. Daha on sekizinde bir delikanlıya bel bağladıkları için biraz utanıyor olsalar da, utançtan daha çok yüreklerinde kocaman bir gurur vardı. Yıldız halkının durumu daha canlıydı, kimisinin yüzünde kocaman bir gülümseme, kimisi heyecandan tepkisiz, kimisi de sessizce gözyaşlarını siliyordu. Karşılarında ki genç adama bakarken sanki gözleri kamaşıyordu. Bu genç adam onlar için sonsuz karanlığın içerisindeki umut ışığıydı. Bu onların klan reisi Ali YILDIZ'dı!

Düşman tarafına geçen yıldız klanının hainlerinin durumu daha berbat haldeydi. Gözleri neredeyse şaşkınlıktan göz yuvalarından dışarı fırlayacaktı. Şaşkınlıkları birkaç saniye sonra pişmanlığa, pişmanlıktan da korkuya dönüşmüştü. Korkuyorlardı çünkü eğer savaşı kazanamazlarsa hain olarak damgalanacak ve ailelerini de yanlarında sürükleyeceklerdi. Bazıları ileri fırlayıp diz çöküp af dilemek istemişti ama yanlarında ki kişiler tarafından tutulmuştu. Bazıları da pişman olsalar da korkmuyorlardı çünkü halen sayıca üstünlerdi ve dört 9. Seviye yetiştiriciye sahiplerdi. Ali'nin gücünü tam olarak bilmeseler de şuan ki durumu değiştiremeyeceğine inanıyorlardı.

Ali planladığı gibi 29. günde klana gelmişti, fakat kendini göstermek yerine gölgelerde saklandı. Çünkü klan topraklarına girer girmez, etrafta yayılan söylentileri duymuştu. Bu yüzden kendini gösterip düşmanın planını bozmak yerine, saklanmayı ve doğru anda kendini göstermeye karar vermişti ve verdiği bu kararın ne kadar doğru olduğuna bugün şahit olmuştu. Gerçek düşman kendini göstermişti!

Ali, babası ve dedesine sessizce birkaç bir şey söyledikten sonra kafasını Yıldız halkına doğru çevirdi. Birkaç saniye boyunca parlayan gözlerle bu insanlara baktı ve memnun bir şekilde başını salladı. Çünkü bu insanlar, hain olmak yerine klan ile birlikte ölmeyi göze almışlardı. Bu insanlar yaptığı ve yapacakları her şey için değerdi. Bu insanlar Yıldızın temeli olacaklardı.

Halkına memnun gözlerle bakmayı bitiren Ali kafasını ilk konuşan kişiye doğru çevirdi. Yirmili yaşlarda görünen ortalama yapıda, hafif yakışıklı bir gençti. İlgin olanı ise genç adam garip bir auraya sahipti, varlığını saklayabilen bir aurası vardı. Eğer genç adam önünde duruyor olmasaydı Ali o delikanlının orada olduğunu fark edemezdi. "Çok ilginç" diye düşündü Ali ve genç adama doğru "Adın ne?" diye sordu.

Gençlik heyecanlı ve beceriksizce bir selam vererek "Adım Melih, klan reisi." diye yanıtladı.

Ali Melihi dikkatli bir şekilde inceledi "Yetiştirme seviyen nedir Melih?" diye sordu.

"6. Seviyenin ortalarındayım klan reisi" diye yanıtladı Melih.

"Yetiştirme seviyenle bu savaşta pek bir şey değiştiremezsin, neden düşman safına geçmek yerine bizimle kaldın? Eğer düşmanın safına geçersen yaşama ihtimalin daha yüksek olur." diye konuştu Ali. Konuşmalar tekrar ediyor gibiydi ama aslında amacı karşısında ki kişinin zekâsını ve karakterini ölçmekti.

"Doğru, yetiştirme seviyemle bir şey değiştirmem mümkün değil ama bir hain olarak yaşamaktansa gururumla ölmeyi yeğlerim. Ailem yok, arkadaşlarım yok, bir yetimim, kimsem yok ama bana kapılarını açan büyüdüğüm bu yer var. Ben ölsem dahi klanıma ihanet etmeyeceğim!" diye konuştu gururla.

Ali hafifçe gülümsedi ve onaylarcasına başını salladı. Melihin sözlerinden memnun kalmıştı. Ayrıca ilginç bir şey de fark etmişti, Melih hemen gözlerinin önünde olmasına rağmen, sanki yok gibiydi. Eğer konuşmayıp sessizce beklerse kimse bu adamı fark edemeyecek gibi duruyordu. "Emre'nin yetim olduğun halde seni yanında götürememesine şaşmamalı. Çok ilginç, birazcık eğitimle çok iyi yerlere gelebilir." diye düşündü.

Ali ile Melih bir şey yokmuş gibi konuşmaya devam ettiler. Merak ettiği şeyleri sordu Ali ve aldığı cevaplar karşısında gülmemek için kendini zor tutuyordu. Melihin anlattığına göre ailesi ölmeden önce varlığı fark edilir haldeymiş ama ailesi öldükten sonra işler değişmeye başlamış. İlk olarak çalıştığı işe üç gün gelmedi diye kovulmuş ama aslında üç gündür oraya gelip gidiyormuş kimse fark etmemiş. Hatta bir keresinde komşuları öldü diye adına mezar düzenleyip tütsü yakıp dua etmişler. Kendi cenazesine katılmış ama gene kimse fark etmemiş.

Ali ile Melih in konuştuğu esnada birilerinin damarları sinirden patlamak üzereydi. Hem kalp yiyen hayalet Shin hem de Cengizhan hayatları boyunca hiç görmezden gelinmemişlerdi, ama daha on sekizinde bir çocuk onları görmezden gelmeye cesaret ediyordu!

Kalp yiyen hayalet Shin daha fazla dayanamadı ve "Lan velet! Her kimsen hemen Siktir git! Yoksa kafanı koparacağım!" diye bağırdı. Belli ki Ali'yi daha önce görmemişti. Gerçi tanımaması normaldi çünkü Ali klan reisi olduğu gibi kara ormana eğitime gitmişti.

Ali, kalp yiyen hayalet Shin e doğru baktı ve yokmuş gibi davranıp konuşmaya devam etti. Tekrar görmezden gelindiğini fark eden Shin sinirden deliye dönmek üzereydi. Birkaç saniye derin nefes aldıktan sonra ağzından tükürük saçarak konuşmaya başladı "Lanet piç! Sen kimsin de beni görmezden gelebiliyorsun! Senin o kalbini söküp atarım!" dedi.

"Buruşuk yaşlı köpek, burası senin havlamana izin verilen bir yer değil! Git ve kulübenin önünde havla." diye cevapladı Ali ve Melih ile konuşmaya devam etti.

"Ne... dedin... SEN!" diye bağırdı Shin. Sinirden deliye dönmek üzereydi, cansız görünen yüzü bile sinirden kıp kımızı olmuştu.

"Dediği mi duydun, yaşlı köpek! Tekrar etmeme gerek yok sanırım?" dedi sakince.

Ali'nin alaycı konuşması ve hakaretlerine daha fazla dayanamayan Shin Ali ye doğru fırladı ve "Seni öldürüp, derini yüzeceğim!" diye bağırdı. Sabrını ve kontrolünü tamamen kaybetmişti.

Ali hafif gülümseme ile sessizce "Aptal." dedi ve Shin in yaklaşmasını beklemeye başladı. Kendini göstermeden önce, 9. Seviye yetiştiricilerin tamamını uzaktan gözlemlemişti. Kemik ve Jin klanlarının reisleri ortalama bir güce sahiplerdi, Cengizhan ortalamanın üstünde bir güce sahipken, kalp yiyen hayalet Shin aralarında en kuvvetlileriydi. Her ne kadar en güçlüsü olsa da en akıllısı değildi ve bariz bir tuzağı görmekten acizdi. Böyle bir ortamda gelip biriyle sohbet etmek bariz bir tuzaktı, ama ortamın gergin hali, yetersiz zekâ ve deneyim yüzünden bu aptal herif tuzağa düşmüştü.

Ali'nin bu yaşlı köpeği hedef almasının sebebi halkının kalplerinde ki korkuyu yenmek ve düşmanın gözünü korkutmaktı. Bir taşla iki kuş denilebilirdi. Savaş gibi yoğun öldürme niyetinin bulunduğu ortamlarda moral çok önemliydi. Halkının morali yüksek olur ve kalplerindeki korkuyu silebilirse savaş esnasında beklenenden daha yüksek bir performans gösterebilirlerdi. Eğer kendi halkı tam potansiyellerini gösterebilirse rakiplerinin morali düşer ve savaş niyetlerini kaybederlerdi. Her şey şuana dek planladığı gibi gidiyordu.

Qi: AscensionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin