Ama sen bana bakıyorsun da,
Beni görmüyorsun ki.Jimin'den
Kanasam da özgürdüm.
Bir zamanlar, aslında çok değil, daha lise yıllarımdayken dans etmeye bayılırdım. Ama bir stüdyo içersinde tıkılıp kalmaktansa sokağa çıkıp kaldırımlarda ayak izlerimi bırakmayı tercih ederdim.
Şimdi varlığının nasıl hissettirdiğini anımsadığımda bile ciğerlerimin sızladığı biri vardı o zamanlar.
Çocuktum işte.
Kandım.
Kalbim göğsüme öyle hızlı çarpıyordu ki, uğultuyu kulaklarımda dahi hissedebiliyordum.
Öğleden önce, kimse yokken geldiğim dans kursunda biraz pratik yapmak istemiştim. Şimdi ise aynaların karşısında gözlerimi kapatarak dans ederken zaman kavramını yitirmiş durumdaydım.
Jae'nin annesinin rahatsızlanmasıyla onu iyi olduğuma ikna ederek evine göndermiştim. Beni de yanında götürme tekliflerini ısrarla reddederek işimi ve kursu bahane göstermiştim.
Ne zaman döneceğini bilmesem de istediğim tek şey annesinin iyi olmasıydı. Zaten saat başı attığı mesajlar ve aramalarıyla her şeyden haberdar oluyordum.
Yaptığım hızlı manevralardan sonra parmak uçlarımda yükselerek bir tur etrafımda döndüm. Terden ıslanmış saçlarım alnıma çarparken kollarımı etrafıma sarmıştım.
Müziğin sonlarına doğru ritim yavaşlarken aynı zamanda hareketlerim de yumuşamıştı.
Şarkının kesilmesiyle gözlerimi açmıştım.
Koyulaşan bal harelerim aynada gece karası gözlerle kesişince şaşkınlıkla bir nefes vermiştim.Koyu irisleri bir süre üzerimde dolandı. Giydiğim sıfır kollu siyah tişörtüm terden ıslanmıştı. Şortumun bir paçasını dolanmaması için katlayarak sıkıştırmıştım ve biraz komik durduğunu inkar edemezdim.
Müzik çaların yanından ayrılarak bana doğru yürümeye başladığı sırada benim de dizlerimin bağı yorgunluktan çözülmüş gibiydi. Olduğum yere yığılır gibi oturdum.
"Burada ne işin var?" Hala nefes nefeseyken konuştum.
"Asıl senin burada ne işin var?"
Anlamsızca ona baktım. Benim kıyafetlerimin aksine onunkiler de günlük olmasına rağmen çok şık gözüküyordu.Siyah bol bir tişörtün içine, çizgili bir tişört daha giymişti. Siyah pantolonu ve postallarıyla gerçekten çok iyiydi.
Siyah saçları dağılmıştı, boynuna öylesine indirdiği kulaklığına bakarken gözlerim orada, daha önce fark etmediğim bir dövmeye dokundu. Yutkundum.
Yeni mi yaptırmıştı?
İkimiz de birbirimize öylece bakmaya devam ederken ilk konuşan oydu.
"Daha yeni iyileşmemiş miydin?" Dilini dudağında gezdirdi.
Nabzım zaten yeterince hızlıydı.
Bana biraz daha yaklaşırken konuşmaya başladı.
Oturduğum yere çökerken sırtını aynalar yaslamıştı.
"İyiyim." Dedim. Hala amacını anlamış değildim.
Sol eli başımın arkasına uzandı, yeni çıkarılan bandajın yerine okşar gibi dokundu.
"Kendini bu kadar sarsman ne kadar doğru Suratsız?"
Ellerini çekmesi için içimden yalvarırken ona bir şey çaktırmamaya çalışıyordum.
Tanrı Aşkına. Bana her seferinde bu kadar yakın olmak zorunda mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CELESTİAL •jikook•
FanfictionGelecekten bir gün birisini tanıdım. Eli kalem tutar, dudaklarından mısralar eksik olmazdı. Bir melodinin en güzel yerinde, gitarın tellerine dokunan parmaklar kadar naif bir sesi vardı. Zihnimde daima şarkılar dönerdi. Bazen bozuk bir plak gibi t...