Soğuk bir kış akşamıydı. Saat çoktan sekizi geçmişti. Kış mevsimlerinin gündüzleri kısa, akşamları uzun olur, bilirsiniz. Bu yüzden güneş saat beşe doğru batmaya başlamış, gökyüzü mavi renkten koyu bir laciverte bürünmüştü. Normalde evimde, Tae'nin dizlerinin dibinde uzanıyor olmam gerekirken okuduğum üniversitenin dans bölümündeki pratik odalarından birindeydim. Dans okuyordum, evet. Çocukluğumdan beri hayalimdi dans okumak ve bu hayalimi gerçekleştirebilme şansını elde edebilmiştim. İkinci sınıftım. Okula yüksek bir dereceyle girmiştim, bu yüzden herkesten çok çalışıp daha iyisini başarmam bekleniyordu. Zaten olması gereken de buydu, bu okula girdiysem daha iyisi olmak için çabalamak zorundaydım. Yoksa asla istediğim hedefe ulaşamazdım.
İşte bu yüzden dışarıda kararan soğuk havaya rağmen bu, dört bir yanı aynalarla kaplı pratik odasında kendimi geliştirmek için pratik yapmam gerekiyordu. İyi bir dansçı olabilirdim ama her zaman benden daha iyileri olacaktı ve benim onlardan da iyi olmak için sürekli pratik yapmam gerekiyordu. Üç saate yakın bir süredir hiç mola vermeden dans ediyordum. Vücudum ter içinde kalmıştı. Ayrıca çok da yorulmuştum. Sonunda ufak bir molanın bana iyi geleceğini düşünüp kendimi odanın parke zeminine bıraktım. Nefes nefese kalmıştım, göğsüm hızlı hızlı yükselip alçalıyordu. Ağzım da feci şekilde kurumuştu. Odanın hafif aralık kapısının yanındaki spor çantama baktım umutsuzca. Su şişem çantanın içindeydi ve çanta bana şu an o kadar uzak geliyordu ki. Söylene söylene yerde sürünerek çantamın yanına gittim. Su şişemi çantamdan çıkarıp içindeki bütün suyu tek seferde bitirdim, rahatlamıştım.
Tam o sırada, odanın aralık kapısından görünen karanlık koridordan bir siluet geçti. Korkuyla olduğum yerde sıçradım. Kalp atışlarım korkudan dolayı aşırı hızlanmıştı, göğsümü deliyordu adeta. Ama salak bir insan olduğum için korkudan altıma sıçsam da ayağa kalktım ve telefonumu da yanıma alarak aralık kapıdan karanlık koridora çıktım. Temkinli adımlarla yavaş yavaş siluetin gittiği tarafa doğru ilerlemeye başladım. Etrafa adeta ölüm sessizliği hakimdi. Koridorun en karanlık tarafına gelmiştim ve tam o anda duyduğum "tak tak" sesleriyle çığlık atmamak için alt dudağımı sertçe dişledim, hatta öyle bir ısırmışım ki ağzıma kan tadı gelmişti.
"Tanrım, lütfen bugün ölmeyeyim, bugün değil. Daha hiç aşık bile olamadım, ayrıca ünlü bir dansçı da olamadım." Elimi düşünceli bir şekilde dudağıma götürdüm. "Ünlü olmama pek gerek yok aslında. Sadece dansçı olsam da yeter." Ardından yeniden o "tak" sesi geldiğinde bu sefer kendimi tutamadım ve dudaklarım arasından minik bir çığlık kaçtı. Başımı sesin geldiği yöne çevirdiğimde bir karganın koridordaki küçük cama gagasıyla vurduğunu gördüm. Bu rahatlamamı sağlarken, elimi kalbime götürerek sakinleşmek için derin derin nefes almaya başladım.
Kalp atışlarım biraz da olsa sakinleştiğinde koridorun sonundaki merdivenlere doğru yürüdüm ve telefonumun fenerini açıp dikkatli bir şekilde merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Merdivenlerin sonuna geldiğimde karaoke sisteminin bulunduğu ses yalıtımlı odanın ışığının yandığını fark ettim. İçimde artan heyecan ve merakla beraber oraya doğru yürümeye başladım. Odaya doğru yaklaşırken kapının açık olduğunu gördüm. Odanın kapısının önüne geldiğimde onu gördüm, asla görmeyi beklemediğim bedeni. Okulun gözde öğrencilerinden Jeon Jungkook'u.
Okulda gördüğüm zamanki sert yüz ifadelerinden biri yoktu. Hatta tam tersine çok huzurlu görünüyordu. Gözlerini gevşekçe kapatmıştı ve elinde tuttuğu mikrofona doğru, o huzur verici ses tonuyla bilmediğim İngilizce bir şarkıyı söylüyordu. Dudakları gülümsemekle gülümsememek arasındaki o ince çizgide dolanıyordu. Kirpiklerinin gölgesi, gözlerinin altına o kadar güzel düşmüştü ki... Parmaklarımın uçları, yumuşacık görünen yanağına ve elmacık kemiğinin üzerindeki yara izine dokunmak için karıncalanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just Friends
FanfictionJeon Jungkook, geçmişte yaşadığı bir olay yüzünden homofobik olduğunu düşüyordu. Park Jimin ise, Jeon Jungkook'a fena halde aşık olmuştu.