İliklerinize kadar yıkıldınız mı hiç? Her zerreniz viran oldu mu? Arkanız da dağ dediğiniz insan hiç uçurum oldu mu?
Hayal kırıklığını iliklerinize kadar hissettiniz mi?
Araf, beni kelimeleriyle cayır cayır yakmıştı. Bile bile beni öldürmüştü. Farkında mıydı?
Belki de bilerek yapıyordu.
"Ne?" Dedim. İnanmak istemiyordum. Dudaklarından çıkanlar zehirdi ve ben o zehri içmek istemiyordum.
Onun dudakları ilk kez bana zehirdi.
"Dayanamıyorum artık," dedi yanaklarımı tutarak gözlerini gözlerime değdirdi. "Seni böyle gördükçe ölüyorum. Seni böyle görmeye dayanamıyorum. Senin ellerimden kayıp gitmene tahammül edemiyorum."
"Belki de sadece benden kurtulmak istiyorsun." Dedim onu göğsünden tutup iterken. Sözler dudaklarımdan çıkar çıkmaz midem tekrar bulanmaya başladı.
Buna kendim bile inanmamıştım oysa ki.
O asla beni bırakmak istemezdi ki.
O zaman neden beni bile bile kanatıyordu?
Belki de ona tokat atsaydım bu kadar sarsılmazdı. Gözlerinde büyüyen acı bir dalga gibi yüzünün kıyısına vurdu.
Benim gibi onun da içini bir kerpeten acımadan sıkıştırıyordu. Bunu gözlerine vuran acıdan anlamak zor değildi.
"Bunu söyledin mi gerçekten?" Dedi. O da benim gibi söylediklerime inanmak istemiyordu.
Birbirimize bakmaya kıyamazdık. Vicdan yükü bizi ne hâle getirmişti.
"Ben deli değilim!" Dedim onu göğsünden iterken. Deli değildim belki ama kesinlikle kendimde değildim. "Beni bir kliniğe kapatıp kendi hâlime bırakamazsın." Kendimi o anda bıraktım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Tek ağlayan gözlerim değildi. Ruhum feryat figan ağlıyordu.
"Seni nasıl bırakırım?" Diye inledi beni kollarının arasına çekerken. "Ruhumun azabı, seni nasıl bırakırım?" Yanağımı göğsüne yaslarken hâlâ hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
"Beni oradan çıkartmadın. Bile bile çıkartmadın!"
"Evet," Dedi yüzünü saçlarıma sürerek. Sesi boğuk ve çatlak çıkıyordu. "Bile bile seni çıkartmadım. Sabah ki hâlinden sonra ümit ettim. Belki de etkilenmezsin dedim. Belki biraz olsun iyileşmişsindir dedim."
"Ben hasta değilim." Dedim onun kollarının arasından çıkmaya çalışırken. Buna katiyen izin vermedi ve beni kendine çekerek sımsıkı sarıldı.
Bir anda tüm yaralarım kapandı ve girintisiyle çıkıntısıyla birbirimizi tamamladık.
"Ama oluk oluk kanıyorsun, sevgilim."
"Elimde değil," dedim hıçkırıklarım boğazımı acıtırken. Nefes nefese kalmıştım. Dediği gibiydi. Oluk oluk kanıyordum. "Aklımdan çıkmıyor. O anlar bir türlü gözlerimin önünden silinmiyor. Yapamıyorum."
"İşte bu yüzden tedavi olman gerekiyor, Ecrin. Biz tek başımıza yapamıyoruz. Olmuyor, işte. Sana iyi gelemedikçe deliriyorum. Seni böyle görmek cayır cayır yanmak gibi. Küllerimden bile eser kalmadı, Ecrin. Ben de yapamıyorum."
"Beni bırakacaksın," diye mırıldandım gözyaşlarımın arasından. "Benden gerçekten bıktın." Araf bir anda kollarını omuzlarımdan çekerek telaşla avuçlarını yanaklarıma sardı. Gözlerinden geçen damarlar kızarmış, teni terlemişti.
"Hayır, bebeğim hayır. Seni asla bırakmıyorum. Ecrin, seni asla bırakmam Hediye'm. Bunu nasıl düşünürsün? Sen benim her şeyimsin."
"İstemiyorum," Diye inledim en sonunda hıçkırıklarım artarken. "Hem onlara ne anlatacağım ki, Araf? Kimseyi istemiyorum. Sadece sen ol istiyorum."
"Ben zaten hep varım. Ben zaten hep seninleyim." Diye fısıldadı alnını alnıma yaslarken. Sonra sessizliğe gömüldük. Söylediklerim mantıklı gelmiş olacak ki bir daha konuşmadı. Psikolog falan istemiyordum. Evet, psikoloğa giden herkes deli değildi. Hatta kimse değildi. Herkesin bir sorunu vardı ama ben bir psikoloji öğrencisiydim ve az çok oraya gitsem ne olacağını biliyordum. En başta sorunun temeline inmeye çalışacaklardı. Onlara doğru düzgün bir cevap veremediğim sürece diğer aşamalara zaten geçemeyeceklerdi. Bu sadece boşuna bir çaba olurdu.
"Hadi," diye mırıldandı ellerini boynuma düşürürken. Dudaklarıma derin bir öpücük kondurduktan sonra, ellerini belime indirdi. "Gidelim, güzelim."
Burnumu kabaca çekerek göz altlarımı sildim ve gözlerimi kaçırarak ondan ayrılmaya çalıştım. Buna izin vermeden ellerimizi birleştirdi ve ilerlemeye başladık.
Alışveriş merkezinden çıkana kadar hiçbir şey konuşmadık. Sessizdik. Belki de sadece yorgunduk. Belki de daha çok kırgındık.
Arabaya bindikten sonra, Araf arabayı çalıştırdı ve otoparktan çıktıktan sonra ağzının içinden homurdandı.
"Ne yiyelim? Acıktın."
"İstemiyorum." Dedim başımı cama yaslarken. Yol engebeliydi ve şakağım acıyordu ama umurumda değildi. İçim daralıyor, nefes almakta zorlanıyordum sanki. Ya da hepsi zihnimin bana oyunlarıydı.
"Başını oradan çek. Ayrıca yiyelim mi diye sormadım. Ne yiyelim?"
"Zıkkımın kökünü," diye homurdandım kafamı cama daha çok bastırırken. "Eve gidip, dinlemek istiyorum." Bir an da araba ani bir frenle durduğunda öne doğru savruldum ama Araf kolunu karnıma yaslayarak cama yapışmama engel oldu. Kolumdan yumuşak bir tutuşla beni kendine çekti ve sırtımın tamamen koltuğa yaslanmasını sağladı. Sonra uzanarak cama yasladığım şakağıma yumuşak bir öpücük kondurdu. Yine de gözlerime bakmıyordu. Sadece boş gözlerle hareketlerini izleyen gözlerime bakmıyordu. İçimdeki fırtınalara rağmen önüne kalın duvarlar ördüğüm gözlerime bakmıyordu. Belki bilerek, belki de bilinçsiz ama yapmıyordu.
Emniyet kemerimi bağladıktan sonra aniden zifiri karanlık gözleri bir kurşun gibi gözlerime değdi. O anda kalın duvarlar tek bir hamleyle yıkıldı ve yerine büyük bir harabeye bıraktı.
Viran olmuş bedenimin bitik enkazına bıraktı.
"Seni çok seviyorum," diye fısıldadı beni darmaduman ederken. O anda hüngür hüngür ağlamak, her şeyi bir kenara bırakarak sadece onunla olmak istedim.
Onunla ölüp, ruhumuzu sonsuzluğa yuvarlamak istedim.
"Seni çok sevdiğimi biliyorsun," burnunu yanağıma sürterek orada hırıltılı bir nefes aldığında ikimizin de göğüs kafesi aldığımız nefeslerle birlikte şişti. "Senin de beni sevdiğini biliyorum." Diye fısıldadı dudaklarını çene kemiğime sürterken.
"Biliyorsun." Diye fısıldadım belli belirsiz. Biliyordu. Onun için neler yapabileceğimi biliyordu. Onu her şeyden çok sevdiğimi biliyordu. Onun için canımı bile gözümü kırpmadan vereceğimi biliyordu.
Ve bende biliyordum.
Bu sevda tamamen akla zarardı. Bu sevda kalbe zarardı.
"Ne yiyelim?" Diye sordu tekrar. Sıkıntılı bir nefes alarak ondan uzaklaşmak istedim ama bu kısıtlı alanda böyle bir şey mümkün değildi.
"Aç değilim." Diyerek inat ettiğimde beni şaşırtarak derin bir nefes aldı ve üstümden çekilerek parmaklarını direksiyona sardı. Arabayı çalıştırırken kendi kendine mırıldandı.
"Pekâlâ... Eve gidince bir şeyler sipariş ederiz. Dışarıda sonra yeriz." Ona cevap vermedim. Bunun yerine kafamı bu sefer koltuğa yaslayarak akıp giden yolu izlemeye başladım.
Eve geldiğimiz de, Araf kapıyı açar açmaz önünden geçerek içeriye girdim. Hızlı adımlarla televizyon ünitesinin önünde geldim ve çekmeceyi açarak içinden odaların yedek anahtarlarını aldım.
"Ecrin!" Araf salona girmeden önce koridordan bağırdığını duyduğumda koşar adım yatak odasının yanındaki küçük odaya kendimi attım ve hemen kapıyı kilitledim. Burası çocuk odasıydı normalde ama Araf burayı misafir odası gibi düzenlemişti. Duvar kenarında tek kişilik bir baza vardı. Bazanın tam karşısında gri renkte üçlü bir koltuk vardı. Onun dışında köşede beyaz bir kitaplık ve birkaç tane gereksiz eşya vardı. Hoş bir odaydı.
"Delireyim diye yapıyorsun, öyle değil mi?" Diye hırladı kapının öte tarafından kapı kolunu zorlarken. Sadece yalnız kalmak istiyordum ve Araf bunu anlamamak da ısrar ediyordu. "Aç şu kapıyı!"
Ona cevap vermeden anahtarları koltuğun üstüne attım ve koltuğun mor kırlentlerinden birini alarak kendimi yatağa attım. Elbisemi umursamadan cenin pozisyonu alarak yastığa sıkıca sarıldım.
"Ecrin!" Diye kükrediğinde gözlerimi açmadan bağırdım.
"Yalnız kalmak istiyorum Araf! Beni bir rahat bırakır mısın?"
"Yok lan sana yalnız kalmak falan! Aç şu siktiğimin kapısını, Ecrin."
"Lütfen," diye inledim. "Sadece uyuyacağım. Lütfen git!" Bir süre kapının arkasında hiçbir ses gelmedi. En sonunda ayak sesleri odanın içinde belli belirsiz duyulduğunda derin bir nefes alarak yastığa daha sıkı sarıldım ve gözlerimi sıkıca yumdum.
Uyuyamayacağımı biliyordum. Aylardır Araf'sız bir uyku gözlerime haram olmuştu. Göz kapaklarımın altına kanla kazınan görüntüler gözlerimi ne zaman huzurla kapatmaya kalksam gözlerimin önüne düşüyordu. Semih'in kanla kaplı beyaz gömleği, elini kalbine götürüşü, bana olan o son bakışı, yavaşça geriye doğru sendeleyerek düşüşü bir bir zihnimi işgal ediyordu. Kulaklarımda geceleri yankılanan sesler asla değişmemişti. Silahının o yüksek sesi, Semih'in acıyla inlemesi, kafatasından gelen iğrenç kırılma sesi, cayır cayır yanan etin sessiz gürültüsü. Burnumda kanın kokusu da, o pis dumanda silinmiyordu. Defalarca denemiştim ama olmuyordu. Bundan en fazla dokuz ay önce tek aksiyonum okula gidip gelmekti. Karıncaya bile zarar vermezdim. Sokaktaki kedilere süt taşıyan bir kızdım oysa ama bile isteye bir can almıştım. Gözüm nasıl kararmıştı bilmiyorum ama elime o kanın bulaşmasını ben istemiştim.
Belki de beni diri diri yakan en büyük ateş, içimde zerre hissedemediğim pişmanlıktı.
Pişmanlık belki de biraz olsun vicdanımın yangınını söndürürdü ama o pisliği öldürdüğüme pişman olamıyordum. Lânet olsun ki, zihnimde yankılanan ses hep yaptığımın keşkesini zerre barındırmayan sözlerdi.
Evet, o pisliğin tekiydi. Belki de bu dünyadan silinmesi gereken biriydi ama ben Azrail değildim. Bunu bilmeme rağmen o tetiği iyi ki çekmişim diyordum. Bu lânet döngü aylardır devam ediyordu.
Annemden, babamdan uzaktım. Onlara aylardır hasrettim. Arkadaşlarımın yüzlerini unutacak raddeye gelmiştim ama yapamazdım. Onların yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. Sanki bu hayatta Araf'tan başka kimse beni kabul etmez gibi hissediyordum. Bu his beni katre katre öldürüyordu. Nefes alacak gücüm kalmamıştı.
Tükenmiştim.
Bir yerden başlamam gerekiyordu. Bunu elbette biliyordum ama kendimi toparlayacak gücü bulamıyordum. Katil olduğumu bana her saniye hatırlatan o ses bir türlü kulaklarımdan silinmiyordu. Ne yapacağımı bilememek beni delirtiyordu.
Kapının kolunun zorlanmasıyla kısıkça açılan gözlerimi oraya sabitledim.
"Aç şu kapıyı," diye sakince mırıldandı Araf. Onun sakinliğinin altında büyük bir deprem yattığını çoğu zaman tecrübe etmiştim. "Pizza sipariş ettim, soğumadan ye hadi."
"Aç değilim," dedim yorgun sesimle gözlerimi tekrar kapatırken. "Sen ye, istemiyorum."
Kapının ardından bir süre hiçbir ses gelmedi. Araf'ın gittiğini düşündüğümde bir an şaşırsam da bunun üstünde çok durmadan gözlerimi tekrar kapattım. Tam o sırada kapıdan büyük bir gürültü koptu. Yerimden korkuyla zıplarken, kocaman açılmış gözlerimle kapıya baktım. Kapı hafifçe aralanmış, kapının dili belli belirsiz aradan görünüyordu. Ortasından hafifçe kabarmıştı. Bir kez daha sert bir darbeyle kapıya vurulduğunda kapı takip edemediğim bir hızla duvara çarptı ve Araf kapının tam önünde göründü. Kocaman açılmış gözlerimle onu izlerken, o hiçbir şey olmamış gibi sakin adımlarla yanımda geldi ve bir eli sırtımdan bir elini bacaklarımın altından geçirerek beni kucakladı. Kollarımı onun boynuna sararken sıkıntılı bir nefes verdim burnumdan.
Ondan bir kilitle kaçacağımı düşünecek kadar aptaldım. Yahut, bana tek iyi gelen şeyden kaçacak kadar aptaldım.
Araf koltuğa ben kucağındayken oturduktan sonra, masanın üstündeki pizza kutusunu kucağıma koydu ve elime kolayı tutuşturduktan sonra kollarını belime sıkıca sararak mırıldandı.
"Ye, hadi bi'tanem." Canım hiç istemese de, yanağımı Araf'ın saçlarına bastırarak bir dilim pizza aldım ve ucundan küçük bir parça ile ısırdım.
"Sen yemeyecek misin?" Bana cevap vermedi. Bu yemeyeceğim anlamına geliyordu. Zaten pizzayı da mantarlı sipariş etmişti. Benim aksime o mantardan nefret ederdi ama sırf ben çok sevdiğim için evde mantarı eksik etmezdi. Birinci dilimi bitirdikten sonra ikinci dilimi aldım ve üzerindeki mantarları yedikten sonra mırıldandım.
"Araf, hadi yesene." Başını omzumdan kaldırdıktan sonra kısıkça açılan gözleriyle elimdeki pizza dilimine baktı ve bir şey söylemeden elimden alıp ağzına götürdü.
İkimiz de iki dilim yedikten sonra kalan pizzaları mutfağa götürmeye üşendik ve kutuyu masanın üzerine bıraktık. Kollarımı Araf'ın boynuna doladıktan sonra, onun kucağında oturduğum için ondan yüksek olmanın avantajını kullanarak yanağımı yumuşacık siyah saçlarına yasladım. Araf elleri belimde, karnımda, ve çıplak bacaklarımda dolanıyordu. Baş parmağını diz kapağıma bastırdıktan sonra yavaşça ovaladığında ellerimin arasındaki saçlarını istemsizce çekiştirdim ve belim benden izinsiz dikleşti. Bedenimi benden daha iyi tanıyordu ve bunu her an kullanmaktan çekinmiyordu.
"Yapma." Diye kısık sesle homurdandığında başını boyun girintimden çekmeden genzinden gelen bir sesle güldü.
"Sürekli düşünüyorum," dedi uzun bir sessizliğin ardından. "Hep kendi kendime hatırlattım. Senden uzak durmam gerektiğini hep hatırlattım. Birçok kez uyarıldım ama yine de beceremedim. Eğer senden uzak durmayı becerebilseydim başına asla bunlar gelmeyecekti. Asla bu hâlde olmayacaktın. Hepsi benim suçum. Bu hâlde olmanın sebebi benim. Ben."
"Benimle birlikte olduğun için, pişman mısın? Benim senden uzakta, başka biriyle birlikte olmamı mı tercih ederdin?" Dediğimde belimdeki elleri sıkılaştı ve beni kendine çekerken sertçe söylendi.
"Saçma sapan konuşma," sesinde ölümcül bir sinir vardı. O beni bir başkasıyla düşünmeye bile tahammül edemiyordu. Tıpkı benim onu bir başkasıyla düşünmeye tahammül edemeyeceğim gibi.
Biz birbirimize tutsaktık. Her zerremizle.
Kafasını boynumdan çekerek gözlerimin içine baktı. "Asla. Sen benimsin... Yine asla pişman değilim seni bırakmadığım için ama seni gözümden bile sakınırken benim yüzümden zarar görmene katlanamıyorum, küçüğüm." Dudaklarımı sağ elmacık kemiğine bastırırken mırıldandım.
"Hiçbir şey senin suçun değil, Araf. Ne fark eder ki. Olan oldu. Kendini suçlamanın bir manası yok."
Neden sonra, kısık sesle mırıldandım gece tutamlarını okşarken.
"Annemi özledim," dedim içim acırken. Bu dizleri acıyan küçük bir çocuğun haykırışı gibiydi. "Babamı özledim. Burak'ı, Deniz'i özledim."
"Onları görmek yine senin elinde." Diye mırıldandı benim gibi kısık sesle dudaklarını boynuna bastırırken.
"Ne diyeceğim ki, Araf? Aylardır yok oldum resmen. Beni kabul etmeyecekler. Kim eder ki? Onlara yapacak açıklamam bile yok ellerimde."
"Geri döndüğünde zaten bunu sorun etmeyeceklerdir. Hem onlar tabi ki de seni kabul edecekler Hediye'm. Bunu asla düşünme bile."
Derin bir nefes alarak gözlerimi onun gece kadar siyah gözlerine kilitledim. İçimdeki ses uyarak fısıldadım inançla. Kendi kendime tekrarladım içten içe. Denemekten zarar yoktu. Ne kadar düşsem bile tekrar kalkmaktan başka çarem yoktu. Bir Anka gibi küllerimden yeniden doğmaktan başka yolum yoktu.
"Deneyeceğim, Araf. Tekrar tekrar olsa bile usanmadan deneyeceğim. Söz veriyorum, yılmayacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ KALBİNE HAPSET: HEDİYE
RomanceBu hikâyeye başlamadan önce "Gece" serisini okumanız gerekir aksi hâlde anlayamazsınız. ✴ "Gece," diye fısıldadım çatallı bir sesle. Sesime sinen yorgunluk kulak tırmalıyordu. "Gece ne kadar güzel, değil mi?" Aniden güçlü kolları bedenimi okşadı v...