Gözlerimi açtığımda, karanlık gözlerimin içinde bir barut gibi patladı ve ortalığı sise buladı. Yerimden bilinçsizce doğruldum lâkin sanki hareket eden ben değildim.
Bomboştum.
Ruhum bomboştu. Zihnim bomboştu. Bedenim bomboştu.
Gözlerimin önündeki sis perdesi kalktığında, ortalığı biraz olsun görebildim. Yatakhane gibi bir yerdeydim. Duvarların dibine dizlimiş sıra sıra yataklar vardı. Son yatağın yanında duvara montelenmiş dört tane dolap karanlığın içinde göz kırpıyordu. Orta da, beyaz eski bir halı vardı. Perdelerin arasından süzülen ay davetsiz bir misafir gibi duvarların dibine sinmişti.
Bir anda yatakların birinden ufak bir hareketlilik hissettim. Gözlerim anında o noktayı bulurken, dikkatlice bakmaya başladım. Küçük bir beden yavaş hareketlerle yatağından içinden doğruldu. Sonra kısık, içli bir hıçkırık kaçtı dudaklarından kalbimi bir anda delik deşik eden bir nidayla.
"Anne!" O an da sanki o yatağın üzerinde bir ışık yandı ve karanlık alelacele toparlanarak yatağın yanından sıyrıldı. Küçük bir kız çocuğu vardı yatağında içinde. Kahverengi, uzun saçları iki yanından örgü yapılmıştı. Tombul yanakları hafifçe kızarmış, pembe dudakları titriyordu. Ağlamamıştı henüz ama her an ağlacakmış gibi duruyordu.
Küçük kız bir karar vermiş gibi aniden yorganı üstünden güçlükle yana attı ve kısa bacaklarını yataktan sarkıttı. Üstünde pembe, diz kapaklarında kadar uzanan bir gecelik vardı.
Burnunu kabaca çektikten sonra yataktan indi ve küçük adımlarla yatakhanenin kapısına doğru ilerledi.
Ne yaptığımı bilmeden yattığım yerden ayaklandım ve küçük kızın peşinden gittim. Sanki bir hayalet gibiydim orada. Yoktum. Yoktum ve en kötüsü yokluğumu en derinlerime kadar hissediyordum.
Uzun, bomboş ve karanlık koridora çıktığımız da küçük kız bir an duraksadı. Arkası dönüktü. Yüz ifadesini göremiyordum ancak yüz ifadesi sanki dimağıma kazınmıştı. Sanki şu an yüzünün korkuyla kasıldığını, dudaklarını dişlerinin arasına aldığını, iri gözlerini kocaman açarak etrafa ürkek bakışlar attığını biliyordum.
Görmüyordum, biliyordum.
"Yüzgay?" Kızın kısık sesli ürkek mırıltısı koridorun duvarlarının arasında anından kaybolduğunda kız dudaklarının arasından titrek bir nefes verdi. Birkaç adım atarak ilerlemeye devam ettiğinde anında arkasından ilerledim.
Küçük kız ürkek adımlarla ilerlerken sık sık etrafına ve arkasına bakıyordu ancak beni görmüyordu sanki. O her arkasını döndüğünde duraksıyor, beni görmesini bekliyordum ama o sanki ben orda asla yokmuşum gibi önüne dönerek ilerlemeye devam ediyordu. Bir an karanlığın üzerime bir battaniye gibi örtüldüğünü ve beni tamamen gizlediğini düşündüm. Ya da bir toz bulutu hâlinde hava da süzüldüğümü.
Merdivenlerin başına geldiğimiz de, küçük kız yukarıya çıkan merdivenlerin önünde durdu ve kafasını hafifçe yukarıya kaldırarak titrek bir sesle mırıldandı. Sesi korkudan bir köşeye sinmiş ve bacaklarını karnına çekmiş gibiydi. Küçük kız istese bile fazla çıkmıyordu sanki.
"Yüzgay?" Sesi boşlukta dalga dalga dağıldı ve binanın içinde yankılandı. Küçük kız bundan ürktü ve hafifçe yerinden zıpladı. Gözlerinin dolduğunu biliyordum.
Gözlerinin dolduğunu hissetmiştim.
"Ayaf?" Sesi tekrar yankılandığında bu sefer yerinden daha da ürkmüş vaziyette zıpladı ve dudaklarından kısık sesli bir hıçkırık koptu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ KALBİNE HAPSET: HEDİYE
RomanceBu hikâyeye başlamadan önce "Gece" serisini okumanız gerekir aksi hâlde anlayamazsınız. ✴ "Gece," diye fısıldadım çatallı bir sesle. Sesime sinen yorgunluk kulak tırmalıyordu. "Gece ne kadar güzel, değil mi?" Aniden güçlü kolları bedenimi okşadı v...