14. BÖLÜM: BAŞLANGIÇ

7.8K 460 89
                                    

Bazen başlangıçlar çok büyük felaketlere yol açabilirdi. Bunun olup olamayacağının garantisi hiçbir zaman yoktu. Bazen açtığınız sayfa kapkaranlık bir geleceğin aynasıdır ama biz bunu fark edemeyiz ve o sayfanın üzerine beyaz bir kalemle bir şeyler karalamaya çalışırız. Kötü şeyler yaşadıkça inadına bir şeyler yazmaya devam ederiz ve en sonunda o sayfanın isi elimize yüzümüze bulaştığında fark ederiz yaptığımız başlangıcın bizim için bir felaket olduğunu. Bazen de başlangıçlar bizim için dönüm noktasıdır. Bu dönüm noktaları çoğu zaman sabrımızın sınıra ulaştığı, artık dayanma gücümüzün kalmadığı anlarda başımıza gelir ve biz o an vazgeçmeyi her düşündüğümüz de hayata daha sıkı tutunduğumuzu fark ederiz.

Evet, çok zor zamanlar geçirmiştim. Dayanma gücümün artık kalmadığını, pes ettiğimi, nefes almak da bile zorlandığımı hatırlıyordum ama ben her vazgeçtiğim de beni ayağa kaldıran dayanağım yanı başımdaydı. Şimdi belki de hayatımın dönüm noktasıydı ve içimde güzel bir his vardı. Tanımlamam mümkün değildi belki ama içimden bir ses inatla iyi şeyler olacağını söylüyordu. Belki bu yolda biraz da olsa pürüzlüydü ama ben her şeyi atlattığım gibi bunu da atlatacaktım.

Hazırladığım küçük bavulun fermuarını kapattıktan sonra bavulu yatağın üzerinde bırakarak yatak odasının çıkışına doğru ilerledim. Gece tan ağarırken uyumuştuk ve şu an saat sabahın erken saatleriydi. Uyku üzerimde hakimiyetini hissettirse de, direncim bugün için haddinden fazla kuvvetliydi.

Salona girmeden önce Araf'ın bezgin sesi kulaklarıma doldu ve gözlerimi devirmeden edemedim.

"...Lan adam zaten şehir dışındaymış, merkezde oturup herifi bekleyecek halimiz yok... Sen git şu Ferhat'ın doktor olan kızıyla konuş bugün, bana haber verirsin... Ben gece yarısı olmadan İstanbul'da olurum... Barın beni delirtme, Çisil'le gidersin... Başlatma lan Eren'inden, sizin saçma salak ilişki durumunuzla mı uğraşacaşım!.. Lan elliyle gidecek hâlim yok, olurum gece yarısı olmadan İstanbul'da... Tamam, hadi görüşürüz."

"Araf, inat etmesen mi artık?" Dedim salonun girişinde durup kollarımı göğsümün üstünde kavuşturup, omzumu duvara yaslarken. Arkası bana dönüktü ve sesimi duyar duymaz önce omzunun üzerinden bana baktı, sonra bedeni tamamen bana doğru döndü. Gece yattıktan sonra iki-üç saat sonra uyanmış ve internetten kendime bilet aramaya başlamıştım ama Araf'da ben bilet ararken uyanmış ve anında karşı çıkarak beni götüreceğini söylemişti. Bir saate yakındır onu ikna etmeye çalışsam da kırılmaz inadı tutmuş ve ne dediysem dinlememişti. Barın'ı yapacağı işlere göndermişti. Evet, işleri vardı ama o masa başı çalışan bir polis değildi. Genelde merkezde bile olmuyordu, işleri merkezin dışında oluyordu. Şimdi gidebileceğimiz en hızlı şekilde gidip, yolların tozunu attıracağımıza emindim ve tedirgin olmadan edemiyordum.

"İnat etmiyorum, ben götüreceğim dedim. Bitti. İçim rahat etmez başka türlü."

"Araf, çok uzun mesafe, işlerini bu yüzden aksatman çok saçma... Allah aşkına, boş yere başına iş alacaksın." İş üstündeyken şehir dışına çıktığı duyurlursa amirlerinin sorun çıkartmasından korkuyordum ama Araf bunu umursuyor gibi değildi.

"Dün yapmam gerekenin çoğunu yaptım zaten, bugün de Barın benim yerime gidecek. İşlerin aksadığı falan yok, Hediye... Hadi, hazır mısın sen?"

"Hazırım," diye mırıldandım yenik bir sesle. Onu ikna edeceğime dair tüm umutlarım körelmişti. İnat ettiği zaman onu vazgeçirmek gökyüzünden kırmızı kar yağdırmak kadar imkânsız oluyordu. "Çıkalım o zaman." Kafasını sallayarak yanıma doğru geldi ve tam önünde durarak gözlerime baktı. Kafamı kaldırarak onu karanlık göz bebeklerine bakarken, içimde başlayan tufanın tüm dengemi yerle bir ettiğini hissettim.

BENİ KALBİNE HAPSET: HEDİYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin