İnsan yaşamı boyunca birçok şey yaşar. Birçok badire geçirir. Mutlu mutsuz birçok anı vardır. Güler, ağlar, üzülür, sevinir, endişelenir, hayal kurar, heyecanlanır, düşer, yaşama tekrar tutunur... Sayamayacağımız kadar çok şey yaşarız. Bir ev gibi hayatımız. Yaşadığımız her an o evi inşa etmeye devam ederiz. Her yeni günde bir tuğla daha koyarız yaşamımıza.
Sonra gün gelir o tuğlaların hepsi yıkılır.
Bir gün gelir ve sadece arkamızda kalan enkaza bakarız.
Çünkü severiz. Birini çok fazla severiz.
Birine çok fazla bağlanırız.
O zaman işte her şey değişir. Aslında değişen her şey değildir. Değişen tam olarak bizizdir. Değişen tam olarak bizim düşüncelerimizdir.
Çünkü artık o tuğlaları kendimiz için değil onun için koymaya başlamışızdır.
Çünkü artık kendimiz için değil onun için yaşamaya başlamışızdır.
İşte o anda ipler kopar. O anda bir şeyler ters gitmeye başlar. Bir şeylerin ucunu kaçırırız. Artık eskisi gibi yolunda olmayan bir şeyler vardır. Aynaya geçip kendimize gerçekten baktığımız da ters giden şeyin ne olduğunu bulmuşuzdur.
Çünkü onun için tuğlalar koyup evi tamamlamaya çalışırken kendimizi unuttuğumuzu fark etmemişizdir. Ettiğimiz zaman ise çok geçtir zira bizden geriye bir şey kalmamıştır.
O an ihtiyacımız olan şey birinin de bizim için o tuğlaları koymuş olmasıdır. Eğer böyle bir şey varsa işte dünyanın en şanslı insanı bizizdir.
Çünkü karşılıklı sevgi şifadır. Birinin biz kendimizi unuttuğumuz da bile bizi unutmaması insanın en değerli hazinesidir.
Eğer sevgi karşılıksızsa o zaman her şey çok başkadır. Çünkü her şeyi boşuna yaptığınızı fark etmişsinizdir. Kendinizi boş yere yıprattığınızı, unuttuğunuzu fark ettiğinizde tüm dünya başınıza yıkılır.
Çünkü karşılıksız aşk zehirdir.
Onun sevgisi benim en değerli hazinemdi. Çünkü ben onun için kendimi unuturken benim yerime tuğlaları dizen o vardı. Onun için de ben vardım.
O benim şifamdı.
Yüz üstü uzanmış, ellerini yastığın altından geçirmişti. Kafasını benim olduğum tarafa doğru çevirmişti. Yanağı yastığa yaslı hâlde durduğu için kızıl dudakları büzülmüştü.
Uyurken o kadar sakin, o kadar huzurlu oluyordu ki onu saatlerce izlememek mümkün değildi. Ne zaman uyandığımdan bihaber öylece onun güzel yüzünü izliyordum. Kalkmam gerektiğini bir kez daha kendime hatırlatarak onun yastığın altında elini koyduğundan dolayı şişen kaslı koluna derin bir öpücük daha kondurdum ve yataktan kalktım. Belime aniden giren sızıyla dudaklarımı zorlukla birbirine bastırdıktan sonra yüzümü buruşturdum ve belimi tutarak odadan ayrıldım.
Dün belimi çok fazla zorlamıştım ve şimdi de acısını çıkartıyordum. O an fark bile edememiştim ama haddinden fazla yüklenmiş olmalıydım. Araf bunu öğrenmese çok daha iyiydi zira anında kendini suçlardı. Bu yüzden kendini kötü hissetmesini istemiyordum durduk yere.
Lavaboya girip hızlıca elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra, dağılan saçlarımı toplayıp tepemde dağınık bir topuz yaptım. Aynadaki kendimle göz göze geldiğimde bir an şaşırsam bile dudaklarımda temiz bir tebessüm yeşermesi uzun sürmedi. Yüzüme renk gelmişti, sağlıklı ve iyi görünüyordum. Mutlu ve huzurlu. Arınmış gibiydim. Sanki üzerime biriken ve beni gün gün kemiren tüm kötülüklerden arınmış gibi canlı ve mutlu gözüküyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİ KALBİNE HAPSET: HEDİYE
RomanceBu hikâyeye başlamadan önce "Gece" serisini okumanız gerekir aksi hâlde anlayamazsınız. ✴ "Gece," diye fısıldadım çatallı bir sesle. Sesime sinen yorgunluk kulak tırmalıyordu. "Gece ne kadar güzel, değil mi?" Aniden güçlü kolları bedenimi okşadı v...