19. BÖLÜM: ÇARESİZLİĞE ÇEVRİLEN NAMLU

7.9K 564 536
                                    


Bu bölüm için sınır 400 oy 500 yorum. Satır aralarına bol bol yorum bekliyorum bu sefer. Diğer bölümlerin oy oranları çok düşük, oylamayı unutan varsa dönüp bir uğrarsa çok sevinirim 🙆🏻‍♀️☺

Diğer bölüm hazır sayılır, oy sınırı geçer geçmez gelecek. Keyifli okumalar Hediyelerim💜

🌘

İnsan sırtındaki yüklerden az da olsa kurtulduğunda dünyaya bambaşka bakıyordu. Sanki o yükler, sırtımda bana ağırlık yapan taşlardı ve başımı yerden kaldırmama, göğe bakmama engel oluyordu. Şimdi ise biraz olsun rahatladığımı hissediyordum. Biraz olsun kafamı kaldırıp göğe bakabiliyordum. Gözlerime bir mürekkep gibi dağılan siyahlık biraz olsun temizlenmişti.

Evet, her şey yoluna girmiş bile sayılmazdı ama en azından biraz olsun taşlar yerine oturmuştu. Artık kendimi fırtınada okyanusun ortasında kalmış bir sandaldan daha çok, rüzgârlı havada kıyıya yaklaşmış bir sandal gibi hissediyordum. Belki hâlâ karayı tam olarak görebilmiş değildim ama yakın olduğumu hissediyordum. Eskiye nazaran kendimi çok daha güvende hissediyordum.

O gece, o ormanda namludan ayrılan kurşun hayatımın tam ortasına düşmüş bir kaza kurşunu gibiydi. Beni darmaduman etmiş, geleceğime koskocaman karanlık bir delik açmıştı ama buna rağmen bir şekilde yaşamaya, o deliği kapatmaya çalışıyordum. Neyse ki yalnız değildim. Her ne olursa olsun yanımda daima olacağını bildiğim birine sahiptim.

Araf.

O gece birbirimize sarılmış hâlde bir süre, uzunca bir süre, öylece durmuştuk. Hatta yarı yarıya uyumuş bile sayılırdım. Araf'ın beni kucaklayıp yatağıma yatırdığını, kısa süre sonra yatağı onun sıcaklığının doldurduğunu belli belirsiz hatırlıyorum. Sabah erken saatlerde yatakta oluşan hareketlikle uyanmıştım. Henüz şafak yeni yeni söküyordu. Saçlarımda dolaşan sert parmaklarını hissettiğimde uykum tamamen açılmıştı. Gözlerimi açtığımda ve İstanbul'a dönmesi gerektiğini söylediğinde üzerime büyük bir hayal kırıklığı çökmüştü. İşlerini yoğun olduğunu ve en başından beri buraya gelerek kendini tehlikeye attığını biliyordum ama yine de bencil tarafım onu hep yanımda istiyordu. Ondan uzak kalma ihtimali feci şekilde canımı yakıyordu. Yine de hiçbir şey demeden başımı sallamıştım. Ona o kadar uzun sarılmıştım ki, ayrıldığımda bedenim uyuşmuştu.

Araf'ın gidişinin üzerinden iki gün geçmişti. Günde defalarca birbirimizi arıyor, konuşurduk ama asla yetmiyordu. Ona da yetmediğini biliyordum. Bunu fazlaca hissettiriyordu. Yine de sabretmekten başka çaremiz yoktu.

Evde durumlar aynı sayılırdı. Babamla da annemle de ilişkimiz normal ilerliyordu. Konu Araf'tan pek açılmıyordu. Ara sıra annem soruyordu ama babam onun hakkında tek kelime etmiyor, kesinlikle onun hakkında konuşmayı reddediyordu. Konuşmaması daha iyiydi zira konuştuğu zaman da pek iyi şeyler demeyeceğine emindim. Böylesi hem benim hem de sinir sistemim açısından çok daha iyiydi.

Okulların açılmasına iki hafta kadar az bir zaman kalmıştı. Aslında niyetim iki hafta daha burada kalmak asla değildi. Ailemi çok özlemiştim, onlarla geçirdiğim her an benim için çok kıymetliydi ama artık burası benim evim gibi değildi. Garip bir şekilde kendimi buraya ait hissetmiyordum ve çok da uzun süre kalmak istemiyordum. Bu çok garip bir duyguydu ama böyleydi işte. Bu evde dünyaya gelmiştim. Bebekliğimi, çocukluğumu, gençliğimi bu evde yaşamıştım. İlk bu evde gülmüş, ilk kez bu evde ağlamıştım. Hayatımın büyük bir bölümü bu çatının altında geçirmiştim ama şimdi bu ev bana yabancı geliyordu.

Gerçekten de kalbin neredeyse, yuvan da orasıydı.

Kahvaltıdan sonra babam işe gitmiş annemle oturuyorduk. Araf'la en son öğleden önce konuşmuştuk ve yaklaşık iki saat oluyordu. Acil işi olduğunu söyleyerek kapatmıştı ve henüz mesaj da atmamıştı. İşi bitince nasıl olsa haber vereceğini bildiğim için ben de hiç rahatsız etmemiştim.

BENİ KALBİNE HAPSET: HEDİYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin