BİRİNCİ KISIM
Bölüm şarkısı: Bertuğ Cemil - Yağmur
🎐🎐🎐
Zihnimi çevreleyen düşüncelerin kanlı satırları birer ok misali beynime saplanırken damarlarımda kaynayan kanın sıcak buharı boğazıma yutulamaz yumrular hazırlıyordu. Nefret. Bedenimi hiç terk etmeyen bu duygu yazın ortasında derimi donduruyordu. Hiç şüphesiz hissedebildiğim en net duygu nefretti.
Nefretin kolları arasında büyümüş bir kız çocuğundan zaten ne beklenirdi ki?Ana sınıfından, liseye uzanan kimsenin cesaret edemediği, o karanlığa mahkum edilmiş kimsesiz patika yola ellerim bağlı itilmiştim, attığım adımları seçme hakkım yoktu. Aklıma vurulmuş prangalardan kurtulmadığım sürece onlar ne derse itaat etmek zorundaydım, tıpkı özgürlüğü elinden alınmış yaralı bir köle gibi, tıpkı ipleri kötü yürekli birinin parmakları arasına dolanmış kukla gibi...
İnsanların arasında burnu havada gezinen sözde 'Saygın' ailem maddi açıdan kendilerinden altta olduklarını bildikleri saf yürekli insanları acımadan eziyorken, henüz dokuzuna yeni ayak basmış ruhum göz bebeklerimin aynasına yansıyan görüntüden bu alçak manzarayı seyrediyordu.
Ben hiçbir zaman annem gibi kendimi kimseden üstün görmemiştim hatta çoğu zaman annemin azarlamalarına rağmen maddi durumu hiç olan kız çocuklarıyla arkadaşlık kurmaya çalışıyordum. Ancak zengin ve fakir kavramları arasına yüz binlerce yıl önce çizilmiş o görünmez sınır çizgisi her defasında aramıza gaddarca girebilmeyi başarıyordu.
Başkalarının 'Fakir çocukları' diye ayrıştırdığı o çocuklar bu sınırı küçük yaşta aileleri tarafından benimseyerek bizimle konuşmaya çekiniyor hatta ve hatta zaman zaman kırıcı cümleleri bir çırpıda dile getiriyorlardı. Sonuç olarak birlikte bir bütününü oluşturduğumuz huzur kavramı, bu ayrışmalarla dipsiz kuyulara hapsediliyordu.
Zihnimin şakağında tokat gibi patlayan düşünceleri savuşturmak istercesine gözlerimi kırpıştırarak aynadaki yansımama bakmayı sürdürdüm. Omuzlarımın altına uzanan gece karası siyah saçlarımın çevrelediği çehrem, pencereden içeri vuran güneşin ışığıyla parlıyordu. Oldukça narin ve kırılgan görünen bir ifadeye sahiptim ve bundan oldum olası nefret ederdim. Çünkü sahip olduğum bu narin görünüm beni insanlara karşı güçsüz gösteriyordu. Eskiden olsa bu durumu hiç sorgulamazdım. Güçlü ya da güçsüz görünmek abim yanımdayken umurumda değildi, çünkü o zamanlar abim beni koruyup kollardı. Ben onun gözünde hep minik bir kuştum ve uçmayı bilmiyordum.
Güneş ışığının altında parlayan tenimin aksine çatık kaşlarımın altında zehir kusan iki yılana benzeyen açık mavi gözlerim, her yeni güne fırtına yemini ederek başlıyordu. Bedenimin sakinliğini koruyarak kollarımı üniformayı tamamlayan lacivert ceketin içerisine geçirdim, gözlerim aynadaki aksimin gözleriyle buluştuğunda sanki gökyüzü bugün olacakları anlamış gibi kara bulutlarını üzerine yorgan gibi çekti ve gürledi, sonra gökyüzünü metalik bir ışıkla aydınlattı, bu yaklaşan fırtınanın habercisiydi. Elindeki köstekli saatin akrep ve yelkovanına eziyet eden zamanın efendisi, önce yeryüzünü ılık bir meltemle birlikte çiseleyen yağmur damlalarıyla okşadı, sonra dakikalar silahlarını çıkardı ve gök yarıldı, bir damarı andıran yıldırım gökyüzünü delip yeryüzüne çakıldı.
Şimdi kaos vaktiydi.
Yer çalkalanacak eteklerinde biriken taşlarını dökecekti.
Bugün içimdeki zehrin bir kısmını kusacak, Gürdal ve aptal sürüsünün ağızlarına bir parmak zehir tattıracaktım. Acı neydi, ne demekti bugün yaşayarak öğreneceklerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZORBA +18 / OKUL 2019
Teen FictionSırtımı hızla duvara çarptı, bedenime yayılan acıyı henüz dindirememişken kapıyı kapattı ve kilitledi. Kapının kapanmasıyla karanlığa boğulan odada yankılanan nefesinin sesini tenimde hissedebiliyordum. Yaklaştı... Yaklaştı... ve durdu... Artık t...