BÖLÜM5: İLK KAN

6.6K 294 307
                                    

İnstagram: hellomonstarx

Multimediada Arda Gürdal var.

☆☆☆

Teneffüs zilinin çalmasıyla büyük bir gürültüye ev sahipliği yapan sınıf başımı ağrıtıyordu. Hemen yan sırada iki kız öğrenci oturuyor aralarında fısıldaşarak bana bakıyorlardı. Sınıftaki tüm gözleri üzerime çeken dik oturuşum ve bir noktaya kilitlenmiş sabit bakışlarım sınıftaki öğrencilerin akbaba gibi gözlerini üzerime dikmesine sebep olmuştu.
Tüm bunların umrumda olduğu söylenmezdi.

Masanın üzerinde sakinlikle hareket eden parmaklarım çıkardığı ritmle adeta zihnimi hipnoz ediyorken gözlerim akrep ile yelkovanın üzerinde dört döndüğü yuvarlak plastikte yazan harflerin üzerinde geziyordu.

Gürdal Koleji.

Bu isimden nefret ediyordum. Bu isme sahip olan herkesten ve her şeyden nefret ediyordum.

Cam kenarındaki ilk üç sıraya kurulmuş birkaç öğrenci ailelerinin saygınlığını kullanarak hakkımda araştırma yapmış, öğrendikleri sınırlı bilgileri birbirlerine fısıldayarak yaymaya başlamışlardı. Onları duyabiliyordum. Onları duyabildiğimi biliyorlar mıydı?

"Babası o kadar da zengin değilmiş, hatta ellerindeki işi kaybederlerse iflas edecek durumdalarmış." Sözleri gurur kırıcı, aşağılayıcı ve ezikleyiciydi.

"Ne? Gerçekten mi?"

"Evet."

"Ama baksana şuna sanki kolejin sahibiymiş gibi davranıyor. Bir sonradan görme için fazla burnu havada değil mi?" Nefes aldım.

"Kızlar onu bunu bırakın madem bunun babası iflasın eşiğinde bir şirkete sahip öyleyse nasıl bu okula girebildi? Gürdal'ların paraya düşkündüğünü herkes bilir. Nasıl karşıladı bu parayı?" Nefes verdim.

"Bilmiyorum."

"Yoksa..."  fısıltılar sessizleşti. Göz kapaklarımı ağır bir hareketle gözlerimin üzerine örtüp tekrar açarken saatin 10:53 olduğunu gördüm. Sadece iki dakika kalmıştı.

"Müdüre vermiş olmasın?" Sınıftaki gürültüyü bastıran kahkahalar meraklı gözlerin tüm odağını cam kenarındaki gruba çevirdiğinde oturuşumu bozmadan kafamı omuzumun üzerinden kahkahalarını sürdüren gruba çevirdim.

Sesler bir anda sanki çok uzaktan geliyormuş gibi geliyordu. Zihnimde çok ince sayılmayan bir sopanın masaya sertçe vurulduğu bir an canlandı. Sopanın masaya temas ettikten sonra çıkardığı sesi duyabiliyordum ve annemin sesini...

Daha sekiz yaşındayım. Annemin elinde bir sopa ve evimizin geniş salonunun ortasında bir sandalye. Üzerimde beyaz ve pembe renginin bir uyum içinde harmanlanıp kullanıldığı bir prenses elbisesi var. Çok güzel bir elbise fakat içinde hiçte rahat değilim.
"Dik otur Melisa," diye bağırıyor annem topuklu ayakkabılarıyla etrafımda dönerken fakat küçük bedenim bir türlü dik duramıyor sırtının ağrısından bükülüyor öne doğru hafifçe. Annem elindeki sopayla yanındaki sehpanın üzerine vuruyor birkaç kez. Çıkan sesle birlikte ürküyor dik oturmaya çalışıyorum ama nafile dakikalardır aynı pozisyonda oturduğum için katlanan sırtımın ağrısı belime uzanıyor. Dayanamıyorum. Büküyorum belimi bir kez daha farkında olmadan. Annem sinirleniyor gözü dönüyor, elindeki sopayla bir kolumu tutarak sırtıma vuruyor. Ağlıyorum. Beni duymuyor.

"Dik oturacaksın!"

Annem beni duymuyor kanatana kadar, küçük kalbimi kırana kadar geçiriyor ona beslediğim karşılıksız sevginin üzerine en sert darbelerini.

ZORBA +18  / OKUL 2019 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin