Bölüm 35: 'Bugün kanıma dokunamayacaksın, boşuna umutlanma'

7.4K 522 89
                                    



Herkese merhaba😇 Hayırlı cumalar ve hayırlı kandiller diliyorum herkese😊 Rabbim ettiğiniz bütün duaları kabul etsin🙏🏻

Keyifli okumalar, bol yıldız ve bolcana yorumlar olsun inşallahh 🙏🏻

***

Lokman hekim gelse sarmaz yarayı.
Hilebaz dostunan açtık arayı.
Ne köşkümü koydu ne de sarayı, baykuşlar tünedi dalıma benim.
Değme felek değme değme telime benim.

***

Mihri'nin özel odaya alınmasını takip eden iki gün ayrılmadı kapısından Arslan. Yüreğini kor ateşlere atmış da uzaktan öylece seyreder gibiydi. Her duygu yıpranmış, her bakış anlamsızdı. Can bıkmış usanmış, çökmüştü zamansız. Günlerini geçirdiği hastane koridoru tek yoldaşıydı. Doğru düzgün kimseyle konuşmuyordu. Zaten konuşacak pek de bir şey bulamıyordu. Mihri iyiye giderken onu şu an bulundukları duruma sokan Arslan'ın ta kendisiydi. Şimdi sızlanmanın ona bir faydası yoktu. Ama Mihri'ye de faydası olmuyordu ki öbür türlü.

O gün Mihri o izole odaya alındığından beri ailesiyle konuşamamıştı Arslan. Ne kendini açıklayabilmişti, ne de durumu anlatabilmişti. Bakabilseydi belki yüzlerine onu da yapardı ama yapamamıştı. İki gündür köşe kapmaca oynuyordu, bir zamanlar yanlarından bir saniye bile ayrılmayıp bütün hayatını borçlu olduğu insanlarla.

Fikret Beyler'in ani ziyaretinin ailesini nasıl sarstığını görmüştü Arslan. Bu sarsıntıdan da en çok Mihri etkilenmişti. Temeli sağlam olmayan bir bina gibi yerle bir olmuştu genç kız. Ve o enkazın altında kalmıştı Arslan. Sırtındaki onca yükün üzerine, vicdanındaki onca ağırlığın üzerine Mihri'nin enkazının altında kalmıştı bir de. Zararı yoktu, ölümü Mihri'den gelecekse gözü kapalı kabul ederdi Arslan. Zaten o, enkazın altında kalışını sorgulamıyordu. En sevdiği inci kolyesini koparıp etrafa saçılan incileri toplamaya çalışan küçük bir genç kız gibi telaşlıydı şimdi. Enkazın her bir parçasını toplamak için dört dönüyor, getirdiği parçaları sanki eski haline gelecekmiş gibi birleştirmeye çalışıyordu.

Nafileydi bütün çabası. Birleştirdiği parçalar daha elindeyken un ufak oluveriyordu. Kırılan bardak hiç eski halini alır mıydı? Ya da yeniden su içmek için kullanılabilir miydi? Almazdı elbet, kullanılmazdı. O bardağın artık kimseye bir yararı olmazdı.

Ne güzel demişti Sezen Aksu. Ne güzel anlatmıştı... Bekleyen dargın anıların gibi diyordu. Bekliyordu anıları tıpkı Arslan'ın Mihri'yi bu hastane koridorunda beklediği gibi... Dargındı, tıpkı şu karşıdaki mavi odada Mihri'nin olduğu gibi.

Ne söylesen ne beklesen, Yaradandan ya da kaderinden. Ele geçmez istediğin, uğruna savaş vermediysen... Vermiş miydi Arslan, Mihri için herhangi bir savaş vermiş miydi? O zaman elde edebilir miydi istediğini? İki gündür yüzüne bakmayan, sesini bile duymasına izin vermeyen kızı sonsuza kadar gözlerine hapsedebilir miydi?

Odanın içeriyle tek bağlantısı olan geniş camekânı kaplayan store perdenin ardından sızan mavi ışığa baktı. Acaba rahat mıydı içeride Mihri? Canı yanıyor muydu? Güldü Arslan Güngör. Bu da soru muydu? Elbette ki canı yanıyordu. Nasıl yanmasındı? Genç kızın kalbini kendi elleriyle parçalamışken canının yanmadığını nasıl düşünürdü.

Kaybetmiş bakışlarını yere indirdiğinde bir kez daha anlamıştı. Mihri vazgeçmişti. Her şeyden, herkesten... En çok da Arslan'dan. Bu hayattaki en büyük kaybedişiydi Arslan'ın. Daha doğarken kaybetmişti ama sonradan kazandığı tek gerçeğini ailesini kaybetmişti. Evim dediği kadını, her soluğunda adının o mahmur tınısını kaybetmişti. Gözlerine bakarken sarhoş olduğu, o konuşurken iki dudağının arasında yitip gittiği anıları kaybetmişti. Şimdi biri gelip çekse vursa Arslan'ı, gıkı çıkmazdı. O en büyük yenilgisini almışken, ölüm ona kurtuluş olurdu.

GÜNEŞ VE AY - AH SENDE 2  (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin