Tapınağın içerisi, dışarısından daha gösterişliydi. Ortasında dev bir avize vardı, kristaldi. İki katlı gibiydi, bizim olduğumuz yer aşağı salon kısmıydı. Yukarısı ise balkonu andırır gibiydi fakat oldukça genişti. Balkon gibi olan üst kısımda beyaz çarşaflarla örtülü bir şeyler vardı. Ne olduğunu çıkaramadım diyebilirim. Balkon gibi olan üst kısmın korkulukları kırılmıştı, sanırım istenilerek kırılmıştı.
Salon gibi olan yerin az ötesinde kızıl renkli bir çember vardı, karşı duvarında ise kocaman bir Davut yıldızı bulunuyordu. Scylia oraya doğru ilerlemeye başladı bende arkasından yavaş yavaş ilerledim.
"Her şeyin sona ereceği yer burası desem inanır mısın?" sesi soğuktu, alaycı tavrından eser yoktu.
Yüzüne baktım ilk defa asık görmüştüm. Belki... üzgündü.
"Herhalde benim sonumdan bahsediyorsun?"
Bana derin ve soğuk bir bakış attı.
"Üzgünüm." Dedi sanki yutkunuyordu.
"Hiç sanmıyorum" diyebildim, yüzüm kızarıyordu.
Scylia tapınağın giriş kapısındaki askerlere yüksek bir sesle
"Kaşif'e kılıç verin!" dedi. Ardından bana bakarak
"Şerefinle, savaşarak ölmeyi hak ediyorsun." Dedi.
"Belki de bugün sen öleceksindir."
"Belki..."
Temiz yüzlü bir asker bana doğru bir kılıç uzattı. Hemencecik aldım ve sıkıca tuttum. İnce bir kılıçtı, iğne gibiydi açıkçası bana Fransızların o silahşor kılıçlarını anımsatmıştı. Kılıcı Scylia' a doğru tuttum o da yavaşça kılıcını çekti.
"Hayat bana çok bedel ödettirdi evlat." Mutsuz gibiydi.
"Beni bir bedel olarak mı görüyorsun?"
"Evet." Ardından ilk atağını gerçekleştirdi.
Sarı saçları kılıcını sallarken yüzünün üstüne geliyor, görüşünü kapatıyordu. Ya da ben öyle sanmıştım. Evet ben öyle sanmış olmalıyım. Saçlarını yüzüne doğru getirmesinin sebebi gözlerindeki yaşları saklamak istemesindendi.
"Niye ağlıyorsun?" dedim kendimi savunurken.
"Bilmiyorum... Bilmiyorum." Derin bir iç çekti, beyaz yüzü kırmızıya dönmüştü. Kendimi savunmaya devam ettim, sert saldırılarını güçlükle blokluyordum. Çemberin içinden çıkmıştık, gittikçe geriye gidiyor, bazen de ileriye gidiyorduk.
"Sandığımdan daha güçlüsün." Dedi.
"Ha-ha-ha"
Gardını düşürmüştü, gülüşüm bunaydı... İğne gibi olan kılıcımı tam böğrüne sokacaktım ki eliyle kendine gelen kılıcı tuttu ve dizine getirerek kırdı... Kılıç yani kılıcım ortadan ikiye ayrılmıştı. Allah Kahretsin!
"Şerefsiz!" dememle Scylia'nın kılıcının içime girmesi bir oldu. Çeliğin soğuğunu içimde hissediyordum, hızlıca çekti. Kan hızlıca yere süzülüyordu, yavaşça yere yığılmıştım. Scylia gözyaşları içinde beni çembere doğru taşıdı. Bilincimi kaybediyor gibiydim.
Ölü..ölüyorum herhalde.
"Hayır!" Jean hiç olmadığı kadar bağırmıştı. Scylia bir şişeye içimden akan kanları dolduruyordu, küçük bir şişeydi. O sırada içimde garip bir kıpırdanış hissettim, evet kıpırdanıştı, garipti...
Vücudum kasıldı, eğildi ve büküldü. İlkten bunun içimden çıkan kanla alakası olduğunu düşünmüştüm fakat yanılmışım. İçimden bir ruh göğe doğru yükseldi, rahatlama hissi tüm vücudumu kapladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kașif
Science FictionKaşif, kendine has anlatımıyla yazılmış Aşk, dostluk, macera, fantezi ve Bilim kurguyu içinde bulunduran bir hikayedir. Ünlü Tarihçi Fuat Kemerli dört öğrencisine bir parşömen hediye eder. Bu parşömeni kullanan dört kişi kendini geçmişte bulacağını...