|BÖLÜM 26-FİNAL- •Acıyı Alan Dudaklar•

186 24 2
                                    

Her rüya gerçektir aslında ama biz bilmeyiz kimin, hangi gerçeğe uyuduğunu ve her zaman unuturuz gerçeklerden kaçarken yine gerçeğe uyuduğumuzu.

BÖLÜM 26: FİNAL- ACIYI ALAN DUDAKLAR

Ölüm...

İnsan, doğduğu anda savaşı başlar der birileri öyle değil bence, Dünya kurulduğu bu zamandan beri savaş başlamıştı zaten ve bu savaş sanıldığı gibi insanın kendisiyle olan savaşı değildi. Tanrı ve Dünya arasındaydı bu savaş, bizler ise bir satranç tahtasına dizilmiş piyonlardık. Siyah veya beyaz fark etmiyordu, bütün piyonların görevi şahı korumaktı, o kadar.

Ve gökyüzünden kayan bir yıldız gibi biri daha kayboldu. Bir piyonu daha yedi acımasız taraflardan biri. Dünya, o yüzden dar bize, Tanrı o yüzden bu kadar yakın bize. Bilmiyorum bu savaşın sebebini ama Dünya, bizi topraklarında istemedikçe biz yerden çıkar gibi büyüyorduk ve sonra ölüyorduk.

Ahmet...

Ölüm sana yakışmıyor Ahmet. Ölüm sana gelmemeliydi. Senin daha görecek günlerin vardı. Bugün haberin gelmemeliydi. Sen, ölmemeliydin işte!

Yerde, sırtımı kanepenin ayaklarına yaslamış, dizlerimi kendime çekip kollarımla sarmış bir vaziyette boşluğa bakarak sessizliğimi koruyordum. O boşluk açılıp Ahmet gelsin diye.

Yaşlar yanaklarımdan birbiri ardında kayarken, yutkundum ve dudaklarımı dişledim. Neydi benim bu sessizliğim? Ben neden hiçbir tepki vermiyordum? Mesela neden Ece gibi çıldırmış bir vaziyette ağlamıyordum.

Ece...

Ahmet'in ölüm haberini aldığından beri kendini kaybetmiş gibi ağlıyordu. Sahi hangisi zordu içine içine ağlamak mı yoksa acını yere göğe  sığdıramadığın için haykıra haykıra ağlamak mı?

Peki son soru: Zihninizde gezinip duran ‘Senin yüzünden öldü?’ sorusuna cevap bulamamak mı? Yutkundum ve oturduğum yere daha çok sindim. Benim...benim yüzümden olmadı. Ben bir şey yapmadım, öyle değil mi?

Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip ayağa kalkmaya çalıştım. Birkaç kere denedikten sonra doğru dürüst ayakta durabildiğimde birbirine yapışıp görüşümü bulanıklaştıran kirpiklerimi kırpıştırdım. Acılar kirpikte başlardı, öyle demişti Yeşil Gözlü. Öyleyse benim kalbimin ucu neden yangında yanıyormuş gibi acıyordu, neden bu yangının içinden kurtulmak için çırpınıyordu? Acı, artık her uvzumda, her zerremdeydi çünkü.

Yeşil Gözlü olduğu yerde, dolu dolu ve dokunsan ağlayacakmış gibi bakan gözlerini üzerime dikmişti. Uzaktan da olsa varlığını hissettirmeye mi çalışıyordu? Yutkundum ama ben birinin varlığını bir daha asla hisssetmeyecektim ve o biri Ahmet'ti.

“Bizi Sakarya'ya götür Tugay,” dedim direkt gözlerinin içine bakarak. Eğer Tugay götürmezse ben tek başıma Ahmet'in cenazesine bir şekilde giderdim.

Cenaze. Kalbim boğazımda atarken, elimi boğazıma götürüp gözlerimi kapattım. En son anne ve babamın cenazesine katılmıştım şimdi ise eski sevgilimin. İnsan en çok hangi yakınını kaybedince 'artık yaşayamam.’ deyip yine ve yeniden yaşıyordu?

Yarın, biz o cenazeye gittiğimizde bizi gözü yaşlı bir anne karşılayacaktı ve o gözler zihnime öyle bir kazınacaktı ki, işte ben o an sorduğum sorunun cevabını alacaktım. Evlat acısı.

Evlat acısının nasıl bir his olduğunu bilmiyordum ama ben bir evlat olarak annemi babamı kaybetmiştim. Onların acısı bu kadar ağırken, evlat acısı nasıldır kim bilir? Annem hep derdi ki “Allah kimseye evlat acısı vermesin, kimseyi evladıyla sınamasın. Sen ölme, ben senin yerine bin kere ölürüm kızım. Allah'ım bana senin acını göstermesin.”

ADA  ◐Tamamlandı.◑Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin