Bölüm şarkısı: Cem Adrian-Kanarım
🌙
Acı. Üç harf fakat, bu üç harfin ardına saklanan binlerce his. Yüreğimde, bedenimde başlayan döngü gibiydi. Elmacıklarımdaki sancı, göğsümdeki ağrı hepsi tipik bir uyuşturucu etkisi gibi bedenime ve ruhuma yayılmıştı. Ve bana üç harften ve bin histen oluşan o kelimeyi yaşatmıştı.
Acıyı.
Hissettiğim acıyla gözlerimi öyle kapatmışım ki, karanlık odam asla aydınlık almıyor, kulağıma çarpan Taehyung'un sesi, bedenimin yerden havalanmasını hissetsem de, gözlerimi açamıyordum. Her şeyin farkındaydım. Az önce yediğim temiz dayağın, ruhumun parçalarının dört bir yere dağıldığının farkındaydım.
Sanırım beni revire götürüyorlardı. Yüzüm acıyordu. İlk kez dayak yemiştim ve kanım sanki durmayacak gibi akıp duruyordu. Park Jimin'in de istediği buydu. Bedenimi de, ruhum gibi kanatmaktı.
Kanıyordum. Onun tek bir emriyle, onun canımı yakan her hareketiyle. Gözleriyle ve diliyle. Kanıyordum. Oluk oluk akıyordu kan ve göz yaşım. Ama asla açamıyordum gözlerimi. Bir türlü karanlıktan çıkamıyordum.
"İyi olacak değil mi?" Taehyung endişeyle üzerinde beyaz uzun gömlek olan kadına durumumu sorduğunda bedenimin yumuşak bir yatağa yatırıldığını hissettim.
"Abartma istersen, dayak yemiş işte. Korkudan bayılmış, bir de tansiyonu çok düşük. Beslenmesine ve uykusuna dikkat etsin. Muhtemelen bu yüzden bayıldı. Sende git koğuşuna, Jungkook'un biraz daha dinlenmesi gerek. " Taehyung gergin bir nefes verdi. Bir ihtimal hemşire kadına sert bakışlarını sürdürmeyi kesip isteksiz adımlarla revirin çıkışına doğru ilerledi.
Hemşirenin de söylediği gibiydi aslında. Buraya geleli üç gün olmuştu ve ben bu üç gün içinde tüm düzenimi bozmuştum. Ki bu olası bir durumdu. Hapishanedeydim ve bunun getirmiş olduğu psikolojik baskılarda vardı. Ruhsal ve bedensel olarak çöküntü yaşıyordum. Bu da beni oldukça zayıf ve dayanıksız biri yapıyordu.
Durumum acınasıydı. Burada olmam, Benjamin'in başına gelenler. Kara bulut gibiydi hapsi. Hiç durmayacak gibiydi yağmuru, ve hiç dağılmayacaktı kara bulutlar.
İçim daralıyordu. Korkuyordum, kızıyordum kendime. Öfkeleniyordum herkese. Ve sonra da güçsüzlüğüme yenilip ağlıyordum. Ağlıyordum, kendimden utanıyordum. Nefret ediyordum en çokta, güçsüzlüğümden, Park Jimin'den. Nefret ediyordum.
En çokta korkuyordum. Beni neyin beklediğinden, şimdi ne olacağından. Jimin'in yapacaklarından korkuyordum. Bana daha ne kadar zarar verebilirdi? Bunu kestiremiyordum. Aslında ne yapacağımı bilmiyordum. Sanki ne yaparsam yapayım zararlı ben çıkacaktım. Sadece benim canım yanacaktı. Kanayan tek ben olacaktım.
Yıkıldığıyla enkaz da kalan yine benim ruhum olacaktı. Jimin'e karşı da çıksam, onu umursamasam da, her türlü benimle uğraşacaktı. Kendimi ondan korumaya çalışsam da, bir şekilde tökezleyen ben olacaktım. Kendimi ondan koruyamayacaktım.
Ondan uzak dursam da, o yine beni bulacak, bana yakın olacaktı. Bir azrail gibi peşimdeydi sanki, hiç gitmeyecekti.
Hemşire ilk muayenesini yaparken, oldukça nazik davranmaya çalışıyordu. Kanayan dudağıma, moraran elmacıklarıma bakıyordu. Koluma serum bağlamıştı. Gözlerim hâlâ kapalıydı.
Ruhum bedenim gibiydi. Kanamıştı, Taemin denen herif aslında her sert darbesini ruhuma da savurmuştu. Hemşire bedenime nazikçe dokunuyordu. Bilseydi, ah bilseydi asıl sancının ruhumda olduğunu, belki de çoktan izini ruhuma bırakmış yaralarıma dokunamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Media Luna | jikook
FanfictionBu içi acı dolu ruhumun kapıları ancak ona açılır, bir tek o canımı yakabilirdi. 20/06/19 24/12/19 080822- #2 jikook