İçtiği bir kadeh ateş viskisi içini ısıtmış, bu soğuk havada yanaklarının ısınmasını sağlamıştı. Hala sarhoş değildi ancak yüzündeki geniş gülümsemeye ve bakışlarındaki sebepsiz mutluluğa bakılırsa çakırkeyif denebilirdi onun için. Lily, Marlene ve Mary'yi Üç Süpürge'de bırakıp dışarı çıktıklarında beyaz karların parlak görüntüsü gözünü aldı ve sendelerken Ivy'nin koluna girdi Ingrid. Masadan ilk kalkan Riley olmuştu, ondan on beş, yirmi dakika sonra da Ivy ile Ingrid ayrılmaya karar vermişlerdi.
"Güzeldi, değil mi? Kızların dördüyle de iyi anlaşıyorum." Ingrid başını salladı.
"Evet, onları ben de seviyorum."
"Matt'le ne konuştunuz?" Ingrid, zaten bir şeyleri sakladığı için biraz sonra kendisine kızacak olan kızdan bir daha hiçbir şey saklamak istemiyordu, o yüzden direkt söyledi kol kola okula doğru yürürlerken.
"Benimle öbür hafta sonu Hogsmeade'e gelmek istedi. Ben de kabul ettim."
"Bu bir randevu mu?"
"Hayır, sadece arkadaşça olacak. Matt de bunu söyledi zaten." Ivy hafifçe gülümsedi.
"Çünkü kafanın karışık olduğunu biliyor. Düşünceli bir çocuk..." Ingrid başını salladı. Üzerine bir mahzunluk çökmüştü, böyle karışık durumları sevmiyordu işte. Ne güzel, birkaç ay öncesine kadar kafasında kimse yoktu ve gayet rahattı.
"Onunla olmamı ister miydin?"
"Matt'le mi? Elbette. Ortak salonda birçok kez birlikte takıldık, o çok sevecen biri. Üstelik yakışıklı, çalışkan ve bayağı iyi bir Quidditch oyuncusu. Yan yana da çok yakışıyorsunuz, ama bir şey daha var tabi... Matt pek sana benzemiyor. O daha çok, sakinlik taraftarı. Sense biraz gürültücüsün." Ingrid gülümsemekten alamadı. Gerçekten de öyleydi. Bu yüzden Ivy onu sık sık Sirius Black'e benzetiyordu. İkisi de dikkatlerin üzerlerinde olmasından rahatsız olmuyor ve hatta arada sırada bundan hoşlanıyorlardı.
"Ama aklında zaten başka biri var, değil mi?" Ivy'nin anlayışlı ses tonu üzerine başını salladı. İnkar etmek anlamsızdı. Ingrid de Sirius'tan hoşlanıyordu işte, bakışları bile değişmişti. Hele ki arkadaşı için Azkaban'a gitme ihtimalini bile göze almasından sonra gözünde çok farklı bir yere erişmişti. Her ne kadar mektubunu ondan izinsiz almış olması kızı hala sinirlendirse de, öğrendiklerinin yanında o kadar da önemli değildi. Bir bakıma, Sirius Black ona mektubunu geri verirken gözlerindeki pişmanlığı da görmüştü.
"Bugün sana hiç bulaşmadı. Ben kesin seni sinir eder, diyordum. Ama anlaşılan o ki Potter'la aynı taktiği izliyorlar." Ingrid güldü ve başını salladı. Açıkçası biraz kafa dinlemek ve dertsize arkadaşlarıyla oturup eğlenmek iyi gelmişti.
"Şimdi... Gelelim önemli konumuza. Kimmiş bu senin bu bir aylık sevgilin?"
"Tam sevgili sayılmaz aslında," diyerek başladı Ingrid konuşmaya. Ivy'nin nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordu. "Sadece takılıyorduk. Beşinci sınıfa geçtiğimiz yaz birkaç randevuya çıktık, hepsi bu." Ivy tek kaşını kaldırdı.
"İyi de, kim bu?"
"Alex." Şimdi iki kız da karşı karşıya durmuş, etraflarından öğrenciler ve öğretmenler geçerken yolun biraz kenarına çekilmişlerdi, Ingrid artık o çakırkeyif halinden kurtulmuş, üşümeye başlayan parmaklarını ceplerine sokmuştu.
"Alex? Kuzenim Alex mi? Onun kalbini mi kırdın?"
"Hayır! Kimse kimsenin kalbini kırmadı, Ivy. Onunla sadece birkaç kere buluştuk ve yaz bittiğinde bu da bitecek dedik, bunu baştan konuştuk zaten. Sadece birlikte güzel zaman geçiriyorduk." Ivy'nin ağzı şaşkınlıkla açılmıştı, gözleri de öyle. Birkaç saniye bekledi kız, nasıl tepki vereceğini bilmiyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bryne & Black
FantasySlytherin'li bir kız, Sirius Black ve karanlığın yükselişe geçtiği yıllarda Hogwarts'ta verilen bir mücadele.