Ingrid, şehirden uzaklaştıklarında arabayı bir kenara çeken Will'in ardından aşağı indi ve Will eşyalarına hafifletme büyüsü yaptıktan sonra onları ellerine alıp yürümeye başladılar. Etrafta kimse yoktu gerçi, ancak yine de bir Muggle tarafından görülme riskini alamazlardı. "Baban iyi, evde saklanıyor," demişti Will onu istasyondan çıkarır çıkarmaz. Karanlık büyücülerin onları fark edebileceği her yerden olabildiğince hızlı uzaklaşıyorlardı bu yüzden Ingrid arkadaşlarına veda bile edememişti. Ivy Will'in arkasından hayranlıkla bakarken çabucak mesafe koymuşlardı aralarına.
"Nereye gidiyoruz?"
"Bir anahtara, dedi Will elindeki asasını sıkıca tutar ve etrafa bakınırken. Will'i hiç böyle ihtiyatlı görmemişti. İki hafta önceki görüşmelerini saymazsa, yaz sonundan beri on yaş yaşlanmış birinin olgunluğu çökmüştü sanki üzerine.
"Bizi direkt eve mi götürecek?"
"Hayır, eve anahtarla girilmemesi için birkaç büyü yaptık. Biraz yürümek zorunda kalacağız." Ağaçların arasından ilerlemeye devam ederken aklına yeni gelmiş gibi sordu.
"Sen nasılsın, bu arada?" İstasyondan buraya gelene kadar o kadar gergindi ki, ağzını açmamış, Ingrid'i de konuşturmamıştı. Takip edildiklerini düşünüyordu, ki haklı olabilirdi, bu yüzden de hiçbir şeyin dikkatini dağıtmasına izin vermiyordu.
"İyiyim. Sanırım." Ingrid, Hogwarts'ı çok sevse de son zamanlarda bir şatonun içinde tıkışıp kalmak onu boğmaya başlamıştı. Ne var ki, şimdi geri dönmek istiyordu. Will'in garip davranışları onu şimdiden bunaltmıştı bile.
"Babam ne zaman-"
"Konuşma," diye azarladı Will onu. Ingrid derin bir nefes aldı ve Will'in ardından yürümeye devam etti. Neyse ki taşımak zorunda olduğu çanta kuş tüyü gibiydi de bir de onun zorluğunu çekmiyordu.
Konuşmadan iki üç dakika kadar daha yürüdüler, ardından karşılarına eski, yıkık dökük br kulübe çıktığında Will rahat bir nefes verdi.
"Geldik, burası." Ardından hızlandı ve kulübeye girdi, hemen arkasından da Ingrid geldi. Kulübenin bir kısmı yanmıştı, genel olarak ciddi bir hasar görmüştü. İçerisi loştu, Will ilerleyip hala ayakta kalmayı başarabilen bir dolabı açtı. İçinde birkaç eski püskü vazo, bardak gibi şeyler vardı. Bir de madalyon.
"Bu madalyon bir anahtar. Elimi tut. Üç deyince aynı anda dokunacağız." Ingrid kuzeninin elini tuttu ve dolaba yaklaştı.
"Bir, iki, üç!" Aynı anda madalyonu tuttular, Will ucunu kavrarken Ingrid zinciri eline dolamıştı. Bir anda etrafı kaymaya başladı ve zemin ayaklarının altından çekildi. Ingrid havada savrulurken saçları yüzüne yapışmıştı, Will'in elini sıkıca tutuyordu ve bu iğrenç deneyimin bir an önce bitmesini diliyordu. Will ve o madalyonla birlikte sanki daireler çiziyorlardı, Ingrid puslu gökyüzünü görür gibi oldu, sanki soğuk hava artık ciğerlerine daha çok giriyordu. Üstelik kar taneleri de yüzünü dövüyordu. O gittikçe sersemlerken yanındaki Will bağırdı.
"Tamam, madalyonu bırak!" Ingrid bir an tereddüt etse de eline doladığı zincirden kurtuldu, ancak o anlık bir talihsizlikle Will'in elindeki eli de kaydı ve kendisini aşağı düşerken buldu. Neyse ki anahtarla yapılan yolculuklardaki düşmelerin gerçek düşmeler gibi sert olmadığını biliyordu, yine de sırt üstü karla kaplı çimlerin üstüne düştüğünde vücudunun arka tarafı acıyordu.
"Neden elimi bıraktın ki?" diye sordu Will gökyüzünden sakince inerken, biraz sonra yere ayak basmış ve kuzenini elinden tuttuğu gibi kaldırmıştı.
"Elim kaydı." Will eliyle tepeyi işaret etti.
"Birkaç dakikamız kaldı. Hızlansan iyi olur. Anneni ve babanı bekletmek istemeyiz, değil mi?" Ingrid gülerken pantolonunun arkasını çırptı ve başını sallayıp bavulunu yeniden eline aldı, ancak Will bir centilmenlik yapıp zaten hafif olsa da bavulu kendisi taşıdı. Az önceki gerginliği geçmiş gibi görünüyordu, ancak şimdi de Ingrid'in konuşası yoktu çünkü hem gergin, hem de heyecanlıydı. Annesi ve babasını nasıl göreceğini bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bryne & Black
FantasySlytherin'li bir kız, Sirius Black ve karanlığın yükselişe geçtiği yıllarda Hogwarts'ta verilen bir mücadele.