Ingrid, iki gün içinde yaşadıklarının kendisi için fazla olduğunu düşünüyordu ve bu düşüncelerinde haksız da sayılmazdı. Saatler ilerler ve Ingrid karanlık odasında camın kenarında dizlerini kendine çekip oturmuş, sokak lambasının altında savrulan kar tanelerini izlerken aklı milyon farklı yerdeydi.
Sızlayan bileğindeki sargıya baktı birkaç saniye, canı hala acıyordu ve bunun ne zaman biteceğini bilmiyordu. Annesi yemekten sonra biraz daha geyik otu özü damlatmaları gerektiğini söylemişti. Derin bir nefes aldı ve sokak lambasının altında yürüyen, dalgalı saçları omuzlarına dökülen adama baktı ve aklına ilk gelen şey Sirius Black oldu. Yüzünde ufak bir gülümseme belirirken bir anda aklına sabah onun pijaması içinde olduğu geldi ve kendi kendine güldü. Ardından dün sabahki tren yolculuğunu düşündü, ve sonra da Sirius Black'le Matthew Parker'ın gergin konuşmasını. Tüm derdinin bunlardan ibaret olmasını o kadar çok isterdi ki.
O dalgın dalgın yağan karı izlerken odasının kapısı açıldı ve koridordan içeri giren ışıkla birlikte Paula'nın sesi duyuldu.
"Yemek hazır. Hadi." Ingrid sessizce başını sallarken kapıya doğru ilerledi ve annesiyle birlikte merdivenlerden inmeye başladılar. Odası birinci kattaydı.
"Bileğin nasıl?"
"Hala sızlıyor, ama dayanılmayacak gibi değil."
"Yarına azalır." Ingrid hiçbir şey söylemedi.
Alphard Black'in evinden çıktıklarında bir metro yolculuğunun ardından sıradan bir Muggle mahallesindeki üç katlı taş eve geldiklerinde Ingrid bu evin kime ait olduğunu elbette sormuştu ancak annesi bunun önemli olmadığını söylemişti. Geldiklerinde evde kimse yoktu, annesi taş eve birkaç büyü yapmıştı ancak Ingrid bunun ne olduğunu da öğrenememişti. Sadece, akşam yemeğinde babasının, amcasının ve Will'in birkaç misafirle birlikte geleceğini öğrenmişti. Will, babası ve amcası daha erken gelmişlerdi, Ingrid onları sapasağlam görünce derin bir ferahlamayla annesinin ona kalabileceğini söylediği odada birkaç saat uyumuştu. İşte şimdi de, her ne kadar karanlıkta yalnız başına oturmaya bayılsa da annesine itiraz edememişti zira gerçekten açtı. Günün büyük çoğunluğunu uyuyarak geçirse de eve geldiklerinde annesinin mide bulantısını geçirmesi için yaptığı çay dışında hiçbir şey girmemişti midesine.
Merdivenleri inmeyi bitirdiler ve sola sönüp koridor boyunca yürüdüler, ardından yine sola döndüler ve karşılarına çıkan geniş kapıdan içeri girdiler. Büyük bir mutfak karşıladı onları. İçeride, sağ tarafta ocak, dolaplar ve tezgah bulunurken, sol tarafta camın yanında büyük ve yuvarlak bir yemek masası vardı. Masada Gilbert, Gerard, Will ile birlikte Ingrid'in tanımadığı kızıl saçlı, yirmili yaşlarının sonundaki sevimli bir kadınla birlikte ona çok benzeyen, kızıl-kahve saçlı bir adam oturuyorlardı. Ingrid annesiyle içeri girdiğinde dikkatlerini çekti ve ayağa kalkan kadınla adama doğru ilerledi.
"Ingrid, bu Molly Weasley." Ingrid kendisine elini uzatan kadınla tokalaştı. Ardından hemen arkasındaki adama döndü Ingrid.
"Ve bu da Fabian Prewett. Molly'nin abisi."
"Memnun oldum." Fabian başını salladıktan sonra Ingrid ilerledi ve babasının yanına oturdu.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Daha iyiyim."
"Ah, bileğine ne oldu?" Soruyu soran, sargıları yeni gören Molly olmuştu. Onun bu sorusuyla Fabian da onlara döndü.
"Cisimlenirken serptirdim." Fabian hafifçe güldü.
"Birileri cisimlenme sınavını geçememiş anlaşılan." Ingrid Fabian'a bakıp başını sağa sola salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bryne & Black
FantasiaSlytherin'li bir kız, Sirius Black ve karanlığın yükselişe geçtiği yıllarda Hogwarts'ta verilen bir mücadele.