Dağ Ayısı ve Tarla Faresi

27.9K 2.4K 726
                                    


       


Ne güzel demiş eskiler;
Derman gafilin olsun sevene dert gerek!





Feride'nin saatlerdir yaptığı tek şey Kıratlı denen adamın kalktığı iskembeye oturup beklemekti. Ne gelen vardı ne de giden, artık sıkıntıdan patlamak üzereydi. Tuğtekin, gideli kaç saat olmuştu 1, 2, 3! Çoktan saymayı bırakmıştı.

Aklı hala almıyordu, o delibaşı nasıl olur da kendisini tanımadığı insanların arasında bir başına bırakıp giderdi! Tamam belki Feride, gerçek anlamda Tuğtekin'i de tanımıyordu ama yine de gözünü ilk açtığında onu görmüştü, sonrasında onların yanında kalmıştı. Zoruna gidiyordu işte!

Peki ya Salabuca, ona ne diyecekti. Ya Hafsa, Mara! Allah'ım, Feride biraz daha burada oturacak olursa kafayı yiyecekti. Kıratlı'nın geleceğim deyip gitmesinin ardından saatler geçmişti ama ne gelen vardı ne giden.

Elbisesinin eteklerinden tutup saatlerdir oturduğu fevkalede rahatsız tahta iskembeden kalkan Feride, buralar da rahat bir koltuk bulamayacağına artık emin olmuştu.
Kaç gündür tahta üstlerinde helak olmuştu resmen.

Ortalıklarda kimsenin olmayışını fırsata çevirip sarayın kapısına doğru ilerlerken, esas niyetinin saraya girip eve dönüş yolunu bulmak olan Feride, ağır ve kararlı adımlarla yola devam etti. Madem burada bir başınaydı hakkını verecekti.

Kazanların arasından dikkatle geçerken üzerine takılan bir kaç bakışın hedefi olan Feride, onları pekte umursamadan koca araziden çıkarak kendisini bir anda avluda buldu. Sarayın giriş kapısı allı pullu bir şekilde kendisini çağırırken bu emre pek tabi itaat edip oraya doğru yürümeye başladı.

Kapıda adeta birer heykelmiş gibi duran askerlerin kendisini kaale almayışını şaşkınlıkla karşılayan Feride'nin beklentisi pekte bu yönde değildi. Oldukça despot duran askerlerin önünü keserek "İçeri giremesin" demesini beklemişti ama beklediği olmamıştı. Gayette elini kolunu sallayarak içeriye girmişti.

Koca sarayın içinde nereye gideceğini bilemez bir şekilde iç güdüleri ile hareket edip duran Feride, o koridor senin bu koridor benim diyerek boş boş gezinirken kimsenin ona aldırış etmemesine inanamıyordu.

Allah korusun biri padişaha suikast düzenlese kimsenin haberi olmayacaktı, mazaAllah! Hayır yani sarayın içine girip, gezmek bu kadar kolay olamazdı, olmamalıydı.

Feride'nin iç sesi bu saçma isyanına "Allah'tan belanı mı arıyorsun kızım, al sana saray git gez evine dönüş yolunu bul. Belanı arıyorsun" derken kendisine kızarak yoluna devam etti.

Feride'nin pek bir planı olduğu söylenemezdi, herşey spontane gelişiyordu. Niyeti, üzerine düşen koca fanusun yerini bu yüzyılda ki sarayda da bulabilmekti. Ona göre aynı yer, aynı ortam onun için bir umut teşkil ediyordu ve Feride en ufak umut tohumuna bile sarılacak durumdaydı.

Önünde ki ilk odanın kapısını temkinli bir şekilde açarken günümüzde ki saray ile şimdi ki saray arasında ki uçurumu elbet ki görüyordu ama bir yerden başlamak zorundaydı işte. Kapısını araladığı odanın kime veya kimlere ait olduğunu bilemediğinden kafasını temkinli bir şekilde odadan içeriye uzatan Feride, dinlediği sessizliği şansı olarak kabul edip boş olan odadan içeri girdi.

Meraklı gözlerle odayı izleyen Feride, ortada ki devasa büyük masanın üzerinde ki kağıt yığınlarına bakarken nerede olduğu kestirmeye çalışıyordu. Etrafta ki dağınıklık kaşlarını çattmasına sebep olurken elini masada ki parşömenlerden birine atan Feride, üzerinde değişik çizimler olan kağıdı hala çatık duran kaşları ile incelemeye başladı.

Osmanlı GüneşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin