"Bu-bu gerçek değil! S-Sen gerçek değilsin."
Feride, gördükleri karşısında kendisine hakim olmakta güçlük çekiyordu. Şu anda yaşadığı şeyler gerçek olamazdı. Yorulmuştu, hemde çok yorulmuştu. Bugün, o hasta çocukları tedavi etmek için çok çalışmış ve çok yorulmuştu, o yüzdendir halüsinasyon görüyordu. Zaten bunun başka da bir açıklaması olamazdı.
Halüsinasyon olarak adlandırdığı kadının kıpırdamaksızın kendisine bakmayı sürdürmesi ile Tuğtekin'in hakimiyetinden tamamen kurtulan Feride, ileriye doğru bir kaç ufak adım atarken onun ağladığının farkında bile değildi. Şu anda kendisinde olması bile mucizeyken bu ufacık detayı görmezden gelmesi sorun olmazdı herhalde.
"Sen... Feride sen burdasın, buradasın işte, kanlı canlı karşımdasın. Aman Allah'ım, bu gerçekten sensin!"
Kadının konuşması ile gerçekliğinin farkında varırken ayakları daha fazla kendisini taşıyamadı eğer karşısında dikilmeye son veren kadın koşarak kendisine sarılmasaydı yeri boylaması ân meseleseydi.
"Yaşıyorsun, gerçekten yaşıyorsun! B-biz yani sen öyle birden bire ortadan kaybolunca ne yapacağımızı bilemedik. Çok kötüydü Feride, gerçekten çok kötüydü seni o halde gördük sonra b-birden bire sen kay-"
Ağlamaktan konuşamayan kadını kendisinden uzaklaştıran Feride, bir elini onun omzuna koyarken bir diğer elinin avuç içini onun güzel çehresinden dökülen yaşları silmeye çalıştı. Gerçekti, gerçekten gerçekti!
"S-sen gerçeksin, ben halüsinasyon görmüyorum!"
"Görmüyorsun, ben buradayım Feride. Senin yanındayım. Şükürler olsun."
"A-a abla!"
Feride, daha fazla kendisine hakim olamayıp aylar sonra gördüğü ablasına sıkısıkıya sarılıp ağlarken Nebibe, küçük kız kardeşini bulduğu için Allah'a şükür ediyordu. İki kadında birbirlerinin acılarından güç alırcasına yine birbirlerine sarılırken Feride, hıçkırıkları arasında "Buldun beni" diye sayıklıyordu. Nebibe, kardeşini daha bir hasretle kucaklarken "Ben seni her zaman bulurum fındık faresi unuttun mu" diyerek geçmişte yaşanan kayboluşlarını ve sonrasında kendisinin onu her seferinde bulan kişi olduğunu hatırlatmaktan çekinmedi.
Feride, geri çekilen ilk kişi olarak sert bir şekilde gözyaşlarını silirken elleri kendinden bağımsız bir şekilde ablasının üzerinde gezindi. Onun her hangi bir hasar alıp almadığını kontrol etmeye çalışıyordu. "Sen iyisin değil mi, hiçbir yerinde bir hasar yok, sağlamsın?" Nebibe, telaşlı hallerini bile özlediği kıza gözyaşları arasında tebessüm ederken kafasını iki yana sallayarak iyi olduğunu belli etti.
"Sen gerçekten buradasın yada ben bir kez daha kafayı yiyorum."
Feride, her ne kadar ablasına sarılıp onun varlığını her zerresine kadar hissetmiş olsa da yaşadığı onca şeyden sonra bir şeylere körü körüne inanmayı reddediyordu sonuçta yaşadıkları malumdu. Nebibe, kardeşinin bu tuhaf hallerine her ne kadar alışık olsa da onda ki bu şüpheci tavırlara ilk kez şahit oluyordu ama bu üzerinde durmak isteyeceği bir detay değildi. O aylar sonra kardeşini bulmuştu ama merak ettiği çok fazla şey vardı ve bunlardan ilki de kardeşinin bunca zaman nerede olduğuydu.
"Neredeydin Feride, aylardır neredeydin sen ablam. Neden bizi hiç aramadın. Burası neresi, kim bu insanlar, yoksa seni burada zorla mı tutuyor bunlar, ondan mı bize haber veremiyordun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Osmanlı Güneşi
FantasyGelecekten, geçmişe engebeli bir serüven! 27 yaşında olan Feride gittiği Topkapı Sarayında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Gözünü açtığında ise kendini bambaşka bir hikâyenin içinde bulur. 21. yüzyıldan bir anda 15. yüzyıla yolcular yapan F...