Kulenin basamaklarından inerken sol elini duvara yaslamıştı. Parmaklarının altından kayan duvarın soğuk taşları teninde güzel ve tanıdık bir his bırakıyordu. Onca yıl aradan sonra buraya tekrar dönmek en büyük hayali olmuştu. Ne yazık ki her şey hayaline uygun gelişmemişti.
Safkan bir ailede doğup büyümüştü. Büyücü kanının ve onlara bahşedilen büyü gücünün değerini bilecek ve bunlara şükredecek şekilde yetiştirilmişti. Ailesinin tek erkek çocuğu olarak asil kanlarının ve soylarının devamını o sağlayacaktı. Hogwarts'a gittiğinde, tıpkı ailesinin geri kalanı gibi, Slytherin'e yerleşecekti. Çocukluğunda ona söylenen şeylerdi bunlar. Babası bunları insanlara şaşalı bir şekilde anlatırken, kendisinin de koltukları kabarırdı.
Yıllar geçtikçe etrafındaki yaşıtları yavaş yavaş güçlerini keşfediyorlardı. Kimisi sinir krizi geçirip bir şeyleri havala uçuruyor, kimisi uyurken eşyaları hareket ettiriyordu. En yakın arkadaşı- ve aynı zamanda da uzaktan kuzeni olan- Brandon ise evin tüm odalarına yayılan bir yağmur bulutu yaratıp her yeri sırılsıklam bırakmıştı. Brandon'ın babası Mr Crabbe ise bunu aylık aile toplantılarından birinde ballandıra ballandıra anlatmıştı, pis şişko.
"Ona şu yeni Kuyrukluyıldız 180lerden almadığım için bana kızmıştı. Tabi benim minik Brandon'ım tıpkı babası gibi harika bir Quidditch oyuncusu fakat biliyorsunuz o süpürgeler dokuz yaşında bir çocuk için uygun değil, çok hızlılar çok! Herneyse, onu o anda görmeliydiniz. Kaşlarını çattı ve gözlerinden şimşekler çıkararak bize baktı. Ama mecazi anlamda değil, gerçekten de şimşek çakmaya başlmıştı." Bunu söyledikten sonra hırıltılı bir sesle, koca göbeğini hoplatarak gülmüştü. "Sonra bir anda odanın tavanından yağmur boşandı. Hepimiz sırılsıklam olduk. Benim bircik oğlum o kadar güçlü bir büyü yapmış ki, yağmuru dindirmek için eve Bakanlık'tan tam üç tane Lanet Kırıcı gelmek zorunda kaldı." Tabi ki sonuncusu aslında doğru değildi, sadece bir abartıdan ibaretti ancak bunu bilmeleri, kendi anne ve babasının ona utandırıcı bakışlar atmasını engellemeye yetmemişti.
Zamanla güçlerinin gelmesini beklediler hatta değişik uzmanlara bile gittiler. Yılanın bağırsaklarından yaptığı iksiri tüm çakralarına süren Hintli adam, onu suyun altında boğmaya çalışan korkunç kadın... Bunların hiçbiri işe yaramayınca babasının o eski sevgi dolu tavırları da gittikçe kaybolmaya başlamıştı. O gurur dolu bakışları iyice sertlesşmiş, hatta açık bir nefrete dönüşmüştü. Artık ailenin gururu olmayı bırakın, resmen yüz karası olmuştu. Bir gün anne ve babasını gizlice tartışırken bulmuştu.
"Biliyorum, endişeleniyorsun. Ama sakın benim de endişelenmediğimi düşünme, Kennil. Yalnız bu bizim düşündüğümüz gibi sonuçlanmayabilir."
"Ne diyorsun yani, kadın, uzatmadan söyle."
"Regina'yı biliyorsun."
"Malfoy mu?"
"Evet, Malfoy. O da tıpkı böyleydi. Okul başladığında sanki güçleri varmış gibi onu da bizimle yollamışlardı. Ancak daha ilk derse kalmadan güçlerini keşfetti. Anlaşılan kız sadece tırsığın tekiymiş."
Adam 'hıh'ladı.
"Tırsık olması lanet olası bir kofti olmasından iyidir, değil mi?" diye çıkıştı kadın.
"O şeyi Hogwarts'a göndermemi mi öneriyorsun yani? Beni rezil etsin diye mi? Böyle bir şey asla olmayacak!"
Evde babasının sesi çok çıksa da, herzaman son sözü annesi söylerdi.
Bundan birkac ay sonra bavulunu çeke çeke King's Cross'ta yürüyordu. Heyecandan yanakları pembe pembe olmuştu. Ailesi onunla istasyona gelmemişti çünkü babası böyle bir utancı yaşamak istmemişti. Trene binip kompartımanların arasında yürümeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hogwarts Günlükleri
FanfictionBir zamanlar Hogwarts'ta bulunmuş olanların hikayeleri... Belki bir zamanlar aynı yatakta uyudular, aynı sandalyede oturdular. Hatta belki bir sıraya kazıdıkları isimleri yan yana duruyor. Ama siz hiç onların hikayelerini onların gözünden görmedini...