Yoğun bakımın camından içeri doğru baktı genç kız. Sanki hayatının tüm anlamı, her şeyi içeride öylece yatıyordu. Gözlerindeki yaşları silmeye çalışıyordu ama sildiklerinin yerine yeni inci taneleri akıp duruyordu. Göğüs kafesinden içeri bir el girmiş kalbini sıkıp sıkıp bırakıyor gibi hissediyordu. Sanki tüm nefesi kesilmişti. Dünyanın tüm renkleri solmuş geriye sadece siyah kalmıştı. Kapkaranlık bir siyah. Maviler, yeşiller, pembeler hepsi Nazlının dünyasını terk etmişti. Tekrar camdan içeri doğru baktı. Gözyaşlarından dolayı buğulu görüyordu. Tekrar gözyaşlarını sildi. Yatakta yatan Ali’ye baktı. Odaya baktı. Soluk renkli simsiyah odada öylece yatıyordu. Ali miydi o sahiden? İnanamıyordu. O… oraya ait değildi ki. Ali ayakta olmalı ve hastaları ile ilgileniyor olmalıydı. Ortalarda dolanıp herkese bir şeyler soruyor olmalıydı. Etrafına ilham saçıyor olmalıydı ama orada öylece yatıyor olmamalıydı. Alinin yeri orası değildi ki. Nazlının yanıydı onun yeri. Yan yana olmalılardı. Beraber olmalılardı. Kim almıştı Aliyi Nazlıdan?
Fermanın Alinin yanından çıkmasıyla hızla Fermana döndü genç kız. “Nasıl hocam?” dedi. Ağlamaktan sesi çıkmamıştı. “Hayati tehlikesi devam ediyor.” Dedi Ferman. Fermanda üzülüyordu yüzünden belli oluyordu. “İçeri girebilir miyim Ferman?” dedi Adil hoca. Nazlı bakışlarını Fermanın gözlerine dikti. “Lütfen ben gireyim içeri. Lütfen.” Dedi Nazlı sonra bakışlarını Adil hocaya dikti. Adil başını onaylarcasına salladı. Bu sefer tekrar Fermana döndü Nazlı. “Nazlı… biliyorsun içeri sokamam.” Dedi Ferman. Nazlı gözlerinden yaşlar akarken Fermana bakmaya devam etti. “Lütfen hocam. Lütfen. O beni hisseder. Lütfen gireyim içeri.” Dedi Nazlı. Ferman başını onaylayan bir şekilde salladı. “Sadece beş dakika.” Dedi Ferman. Nazlı hafif tebessüm etti. “Teşekkür ederim.” Dedi Nazlı ve giyinmeye gitti.
Yoğun bakımın kapısına gelince nefes alamadığını hissetti genç kız. Derin nefes alıp verdi ve içeri girdi. İçeri girdiği andan itibaren gözleri Ali’ye kitlendi. Etrafına baktı. Ali odanın içinde adeta güneş gibi parlıyordu. Karanlıkta güneş gibi parlıyordu. Hayatının tek rengi karşısında öylece yatıyordu işte. Aliyi görmesi ile sanki tüm renkler geri geliyorlardı. Ali uyansa gökkuşağı çıkacaktı. Yağmurdan sonra parlayan güneşti Ali. Burada ne işi vardı? Güneş buraya ait değildi ki. Güneş mavi gökyüzünde olup parıl parıl parlamalıydı. Güneş, siyaha ait değildi ve Aliye ait olmayan tek renkti siyah. Nazlı yavaş adımlarla Alinin yanı başına gitti. Ali’ye yaklaştıkça renkleniyordu etraf. Siyahtan kurtuluyordu yavaş yavaş ama hala oradaydı ve biliyordu ki Ali uyanmadan karanlık tamamen gitmeyecekti. “Buraya o kadar ait değilsin ki.” Diyebildi sadece. Gözlerinden akan yaşa engel olamıyordu genç kız. Bir süre sadece öyle Aliyi izledi. Yastığa dökülen kıvırcık saçlarını, gözlerini çevreleyen kirpiklerini, dudaklarını… Öylece izledi sadece. Ona bakmayı bile öyle özlemişti ki… Şimdi ona bakması için onca zaman varken bu zamanlar onun elinden alınamazdı. Ali öylece gidemezdi… “Barışalım mı artık?” dedi Nazlı hıçkırıkları arasında.
Kazadan önce Ali ile küslerdi. Daha doğrusu Ali onunla Ferman hocanın aralarında geçenleri öğrenmesi ile konuşmayı kesmişti. Nazlı bu zaman içinde Aliden ayrı geçirdiği her an ve şimdi anlamıştı ki aşık olduğu kişi Aliydi işte. Kendinden emindi artık. “Ben seni kaybetmekten çok korkuyorum Ali… Keşke senin yerinde ben olsaydım. Daha az acırdı canım.” Dedi Nazlı. Ellerini Alinin eline uzattı ama tutamadı. Tutmaya hakkı var mıydı? “İnsan tutamadığı eli daha kolay bırakıyormuş…” dedi Nazlı. Yutkundu. Bir kere bile tutmadığı eli bırakmıştı o. Öylece durdu. Elleri öylece yan yana duruyordu. O eli tutup hiç bırakmamak istiyordu. Kırmızı bir kurdele ile bağlanamazlar mıydı birbirlerine? Bir ömür sadece beraber olamazlar mıydı? Gözlerini Alinin yüzüne dikti. Öylece uyuyordu Ali. Yüzünü inceledi. Üşüyordu genç kız. Ve onu ısıtacak tek şey bir çift gözdü. Ali uyansa bahar gelecekti. Her yer çiçek açacaktı, güneş en parlak şeklinde parlayacaktı, gökkuşağı çıkacaktı, kuşlar cıvıldayacaktı. Bu solgun oda ışıl ışıl olacaktı. Nazlının kalbi ışıl ışıl olacaktı. Şimdi karanlığa hapsolmuştu genç kız. Tek bir ışık bile yoktu, tek bir çıkış bile yoktu. Kaybolmuştu, karanlıkta kalmıştı. Korkuyordu. Buradan çıkamamaktan korkuyordu. Bir daha güneşi görememekten korkuyordu. Alinin uyanamamasından korkuyordu. “Kör bir kuyunun içindeyim sanki Ali. Gökyüzünü göremiyorum. Dönüp duruyorum ışığı arıyorum. Her yer zifiri karanlık ama sen bir uyansan… Gözlerini açsan… Ben ışığımı bulacağım. Kalbim uyanacak. “ dedi genç kız ve bir cesaret Alinin elini tuttu. Hafif tebessüm etti. “Bak elini tuttum. Ben artık bu eli hiç bırakmayacağım. Ben artık her şeyi göze almaya hazırım. Ben varım Ali. Sen var mısın? Varsın değil mi Ali? Uyanacaksın.” Dedi Nazlı daha şiddetli ağlamaya başladı. Alinin sıcacık eli kalbini ısıtıyordu genç kızın. Alinin elini okşadı. Bir yaş öylece Alinin eline aktı. “Sana şarkı söylesem barışır mıyız Ali?” dedi Nazlı. Hafif tebessüm etti. “Bu sesime katlanacaksın ama.” Dedi.
“Hangi günün sabahı
Yalnız, durgun uyandım?
Şaşkın durdum
Eksik kaldım, güzel gözlerinden oldum”Nazlı ağlamaya devam ederken şarkıyı söylüyordu genç kız. Aklından Ali ile geçen anıları geçiyordu. Nasıl bu hale gelmişlerdi? Nasıl her şeyi böyle batırabilmişti? ‘Kıyamam Ali o…’ dediği Alinin nasıl kalbini kırabilmişti defalarca kez? Şimdi ya Ali’ye bir şey olursa düşüncesi onu ölesiye korkutuyordu. Ali’ye bir şey olursa nasıl yaşayacaktı? Aşık olduğunu yeni fark etmişken bu denli Ali’ye aşıkken Alisiz nasıl yapabilirdi ki?
“O gün gibi bıraktın bizi
Bu kalbimizdeki neyin izi?
Yavaş yavaş topla beni
Biz bunu hiç haketmedik ki…”Gözlerinden akan yaşları sildi Nazlı. Şarkıyı söylemeye devam ediyordu ama sanki tüm melodiler anlamını yitirmişti. Tüm sözler kalbine ok gibi saplanıyordu. Her şey anlamını yitirmişti. Tüm şarkılar, tüm şiirler anlamını yitirmişti. Ali uyansa her şey tekrar anlamını kazanacaktı. Şimdi eski bir şiirken Ali uyansa yeni şiirler yazılacaktı onlar için. Yeni şarkılar yazılacaktı. Yeni melodiler dinleyeceklerdi. Ali belki bir tepki verir ya da uyanır diye gözlerini Aliden kaçırmıyordu hiç. Onlar bu sonu hak etmiyordu. Aliyle çok mutlu olacaklardı. İnanıyordu Nazlı. Aliyi çok mutlu edecekti. ‘Sen bunları hak etmiyorsun aşkım…’
“Ah yanımda solgun elin elin
Son zamanlarından bana kaldı
Yol yakınken dön geri, geri
Çocukluğumuzda hatıran vardı.”Şarkıyı bitirdi genç kız ama Ali ne uyanmıştı ne de bir tepki vermişti. “Barışmadık mı?” dedi Nazlı çaresizce. Alinin elini okşamaya devam etti. O sırada Açelya içeri girdi. “Haydi Nazlı çık artık.” Dedi Açelya. Nazlı dönüp ona baktı. “Hayır hayır. Lütfen biraz daha durayım Açelya. İnanıyorum uyanacak.” Dedi Nazlı. Açelya Nazlıya baktı. “Nazlı, Ferman hoca çıksın artık dedi. Zaten beş dakikayı çoktan geçti. Zorlaştırma.” Dedi Açelya. Nazlı göz yaşları arasında başını olumlu anlamda salladı ve ellerini usulca Alinin elinden çekti. Yine soğuklarda kalmıştı genç kız. Yavaşça kapıya doğru ilerledi ve dönüp Ali’ye baktı. “Uyanacaksın biliyorum. Uyanacaksın ve biz çok mutlu olacağız. Beraber yeni şiirler yazacağız. Yeni şarkılar yazacağız. Ben sana yine şarkı söyleyeceğim, sen beni hayran hayran dinleyeceksin. Biz rengarenk olacağız.” Diye fısıldadı ve sessizce odadan çıktı. Nazlı ve Açelyanın odadan çıkması ile Ali yavaşça gözlerini açtı ve etrafa bakındı. “Barıştık…” diye fısıldadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mucize - #AlNaz
RomantiekAlNaz'ın yaşamasını istediğimiz her şeyi kısa hikayeler şeklinde burada yazıyorum. İyi okumalar!