Evan'ın dışarı çıkması ile sert bir rüzgar bedenine çarpıverdi. Buranın kasabasından çok daha kuru ve sert bir iklim vardı. Elleri ile kollarını sıvazladı, tüyleri diken diken olmuştu. Belki de para kazanınca kendine daha kalın giysiler almalıydı. Ellerini tekrar cebine soktu, kollarını bedenine yapıştırdı. Gerçekten sert esen rüzgar, Daniel'in daha önce tarif ettiği gibi binaların arasına girince biraz olsun kırılmıştı. Yolu tam olarak bilmese de rastgele yürüyor, bir şekilde kendini orada bulmayı umuyordu.
Bu halinden de anlaşılacağı gibi kafası doluydu. Neydi bu taş? Ne onu bu kadar güçlü yapıyordu? Amasia cidden bu denli uç bir şeyi zarar görmeden kullanabilir miydi? Kuzey Kralı'nın onlardan sakladığı bir şey olduğu kesindi, Evan'ın kafasının almadığı o kadar şey vardı ki. Bir insan bir cadıyı nasıl öldürülebilirdi? Kasabada onlarca asker resmen saatler içinde tuzla buz olmuş, kendi ise kılıcını tam göğsüne sokmasına rağmen pembe ışıklar saçıp tekrar kalktığını kendi gözleriyle şahit olmuştu. Chibi de aynısını söylemişti; Amasia olmasaydı, Kor
Taşı olmasaydı İris'i öldürmeleri imkansızdı. Peki o zaman cadıları gelip bu kıtayı tekrar işgal etmekten ne alıkoyuyordu? Kafasındaki soru işaretleri, hileli bir labirentteymiş gibi onu dönüp dolaşıp aynı yere getiriyorlardı. Aradaki bu denli güç farkına rağmen, insanların Büyük Savaş'ta dünyamızı cadılardan nasıl oldu da temizleyebildiğini kafası bir türlü almıyordu.Bir anda duyduğu tanıdık bir sesle kafasını kaldırdı. Nefesini tutmuş, rüzgarın ıslıkları arasına girip çıkan melodiye ulaşmaya çalışıyordu. Yüzünü bir gülümseme kapladı. Arka arkaya birkaç adım atıp tekrar kulak kabartınca emin oldu. Yaklaştıkça serileşiyor, kalp atışları da bacaklarına tempo tutmaya gayret gösterirmiş gibi vücudunu ateşliyordu. Çınlama kulaklarından vücuduna yayılıyor, her titreşimle yumruklarını sıkıp sıkıp tekrar bırakıyordu. Artık resmen koşmaya başlamış, binalar arsındaki dar sokaklardan ellerini duvarlara sürte sürte ilerliyor, gözleri hayatının bir parçası olmuş o manzarayı arıyordu.
Bir köşe daha döndü ve işte oradaydı. Demir dövülme sesi tam karşısındaki bu binadan geliyordu. Nefes nefese kalmış vücudu, kapının aralığından karanlık geceye bir mum ışığı gibi yayılan turuncumsu çizgiye doğru sürükleniyordu. Önce parmaklarını soktuğu aralığı, uyuyan bir bebeğin odasına girermiş gibi usulca araladı. Neredeyse gözleri dolacaktı. İçerde ince, kirli sakallı bir adam, örsün başına geçmiş çekicini sert olmayan ama seri darbelerle kızıl metal parçasına yerleştiriyor, her dört beş darbede bir maşa ile havaya kaldırıp kontrol ettikten sonra vuruşlara devam ediyordu. Demirin kızıllığı yavaş yavaş yok olmaya başlayınca, maşayı da onunla birlikte gömercesine köze daldırdı. Kıpırdaşıp birbirlerine sürten közlerden sıçrayan kıvılcımlar etrafa yayılmıştı. Adam, bir lastiğe takılmış garip gözlüklerini iki eli ile çıkartıp kafasının üzerine taktı. Ellerini dizlerine koydu, suratında hoş bir gülümseme vardı.
"İçeri gelsene." deyince Evan yerinden sıçramıştı. Adam kafasını ona doğru çevirdi. Evan kapıyı aralayıp içeri bir adım attı ve başını öne eğdi.
"Affedersiniz, bölmek istemediğim için sessizce izliyordum."
"Sorun değil." dedi yaşlı adam. "Gençlere kapımız her zaman açık."
Evan, girdiği kapıyı örtüp kendine doğru gülümseyerek bakan demirciye doğru ilerledi. Merakla başını bir sağa bir sola çeviriyor, bu hayatında ustasınınkinden sonra girdiği ilk demirci olduğundan etrafı hemen keşfetmek istiyordu. Gözleri sonra adamın önündeki şeye takıldı. "Ne dövüyorsunuz?" diye sordu.
Adam ağzının içinde patlayan küçük bir gülüşten sonra elini maşaya attı. Tekrar güneş gibi parıldamaya başlayan demiri örse hafifçe vurunca bir şeyler döküldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEMİR BAĞLAR - KOR (tamamlandı)
FantasyFantastik #9 (11.11.2019) Gizem #1 (30.03.2020) "Bilemeyiz, belki de biz doğmadan çok çok önce kurulmuş bu bağlar şu an bile insanları, olayları, farklı dünyaları birleştirmeye devam ediyor. Zamanın silgisinin ulaşamadığı, hayatın ta kendisi etrafın...