Bölüm 5; değişmesi gereken ne çok şey var

2.1K 267 422
                                    


Günün sonunda bitap düşmüş olan Evan bu halinin bedeni bir yorgunluk olmadığını düşünüyordu. Gözyaşları durmuş gözlerinin altı kaşınmaya başlamıştı. Ağlamanın insanı nasıl rahatlattığını tecrübe etmişti ama içinde yine de garip bir ağırlık vardı. Gün içinde yaptıklarından dolayı pişman değildi, her şeyden önce mutlu olmuştu ama bir şeyler ters gibiydi. Tanımlayamadığı bir şey içini sıkıyordu. O annesine sarılacak ya da ustasının ettiği birkaç kelama bunca gözyaşı dökecek birisi değildi. Bedeni ruhunun hızlı değişimine ayak uyduramıyor, olayların gerisinde kalıyordu. Bu da sanki ortada bir yanlışlık varmış gibi hissetmesine sebep oluyordu. Düşündükçe çelişkiye düşüyor, yeni hali üzerinde bol bir giysi gibi yakışıksız duruyordu. Sonra o çelişkilerden birer birer kurtuluyor, ustasının değişmenin zor olduğuyla alakalı söylediği şeyleri kendine hatırlatıyordu. Yavaş yavaş durumu benimsemiş, düşünceleri kafasında oturtmaya başlamıştı.

Dükkanı toparladı ve temizledi. Gerçekten yorgundu. Bugün ekstra kovalanmış, ekstra azarlanmış ve ekstra hırpalanmıştı ama değmişti, Ugo'ya teşekkür etmeyi başarmıştı. En azından teşekkürü ima edebilmişti. Bu da bir şeydi. Yine de yanan ormanı gözünün önünden gideremiyor, ustasının söylediklerinin etkisinden çıkamıyordu. Boş ve sessiz demirci dükkanında dolaşmaya başladı. Bakışlarını ayrıntılarda gezdiriyor, yerlerini ezbere bildiği tüm o eşyalar nedense ona yeni gibi geliyordu. Ugo'nun çekicinin yanında durdu ve elini üzerine koydu.

"Sence başarabilir miyim? Değişebilir miyim? Ne dersin?"

Eve giden yol boyunca benzer düşüncelere devam etti. Aslında genel olarak hayatında hiçbir şey değişmemişti. Annesi ölümden dönmüştü ama dönmemiş gibi davranıyordu. Ustası ona yardım etmişti ama etmemiş gibi davranıyordu. Evan'ı bu hale sokan şey içinde bir şeylerin değişmesiydi, ya da değişmeye başlamasıydı. Sanki zincirlerini kırmış gibiydi. Tek kulaçla okyanuslar aşacak, zıplasa bulutlara ulaşacakmış gibiydi. Anlamıştı, geç olsa da anlamıştı, yaşamak sadece nefes alıp vermek değildi. Yaşamak istiyordu. Boşa geçen ömründen alacaklıydı, kendine bu zulmü yapan kendisinden hesap soracak, bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Bir şeylere değer verecekti, gerçekten değer verecekti, sevdiklerini asla yüz üstü bırakmayacaktı ve pes etmeyecekti. Vaktini boşa geçirmeyecek, her konuda elinden geleni yapmaya çalışacaktı. Evan o günün hayatındaki en güzel gün olduğundan emin bir şekilde yürümeye davam etti.

Lakin gün henüz bitmemişti. Evlerinin olduğu sokağa gelince düşündüğü şey buydu. Sabah çıktığı eve şimdi bir de girmesi vardı. Gözlerini kısıp dikkatlice baktığında, uzak olsa da, sokağın diğer ucundaki meyve bahçelerinin başladığı yeri seçebiliyordu. Bu zamana kadar sığındığı her yer, her kaçış noktası bugünden itibaren düşmanıydı. Yumruklarını sıkıp derin bir nefes aldı. Kararı kesindi, bundan sonra evde yatacaktı. Özgüvenini topluyor ama eve doğru attığı her adımda sönen bir balon misali tekrar dökülmeye başlıyordu. Sabah annesine sarıldığını düşündükçe sanki bir kağıt gibi katlanıyor, küçük bir çocuk gibi utanıp kızarıyor, tüyleri diken diken oluyordu.

Evlerinin önüne geldi, kapının kulpunu tuttu, içeriden annesinin ve kardeşinin seslerini duyabiliyordu. Sanki kapı kolunu değil sıcak bir közü avuçluyormuş gibi acı çekiyordu. Tahta, eski kapı gözünde büyüdükçe büyüyor, tüm evin önüne çekilmiş bir set gibi duvarı kaplıyor, asla açılmayacakmış gibi hissettiriyordu. İçerdeki kişiler ailesiydi, sahip olduğu tek insanlardı. Nasıl olmuştu da onlardan böyle uzaklaşmıştı? Ne zamandan beri onlara böyle yabancıydı? Annesi Lamia hakkında hatırladığı tek şey gülümsemesiydi. Evan kaç defa annesini görmezden gelirse gelsin o sadece gülümser ve ona en içten şekilde "Oğlum." derdi. Kız kardeşi hep kendisini azarlar, ona en ağır lafları hiç çekinmeden sıralardı. Sorumluluk sahibi oluşu ve mantıklı hareket etmesine bakılırsa zaten kimin büyük kardeş olduğu ortadaydı. Ustası da ona karşı hep sert olmuştu. Ama annesi, o her zaman onu tüm kalbiyle sevmeye devam etmişti. Bazen annesiyle hiç konuşmadan aylar geçirdiği olurdu, hiç yüzüne bakmadan, hatta onu hiç düşünmeden. Ama o oğlundan hiç vazgeçmemişti, ona hiç gülümsemeden bakmamıştı, ona bir kere bile olsun kızmamıştı. Bir annenin kalbi, sanırım kaçamadığı, kendini soyutlayamadığı tek yerdi.

DEMİR BAĞLAR - KOR (tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin