3.2

2.1K 162 37
                                    

Lisa'yla konuşmamızdan sonra her ikimiz de odalarımıza çekilmiştik. Onunla konuşmak beni gerçekten rahatlatmıştı. Şimdiyse Jungkook'un neden bu kadar geç kaldığını düşünüyordum. Ne aramıştı ne de mesaj atmıştı. Aslında onu aramak istiyordum ama böyle bir şeye hakkım olmadığını hissediyordum. Fransa'ya gelmeden yaklaşık bir hafta öncesine kadar bir tanışıklığımız vardı. Liseden arkadaş olduğumuzu söylemişti ama onu bir türlü çıkaramıyor oluşum da bambaşka bir mesele.

Saat neredeyse 11 olmuştu. Seon Ok ve Min Hee'yi sabahın köründe uyandırmamak için birkaç saat daha bekleyip onları arayacaktım.

500. kez bildirimlerime baktıktan sonra yatağa girdim. Sanırım yalanım gerçek olmuştu çünkü kendimi ciddi anlamda hiç iyi hissetmiyordum. Birkaç dakika yatış pozisyonumu almak için yatakta yuvarlandım ama hiçbir şekilde rahat edemiyordum.

Kapının tık tıklanmasıyla aniden doğrulup kapıya doğru ilerledim.

"Rosé? Uyudun mu?"

Jungkook'tu. Kapıyı hızlıca açtım. Saç başımın birbirine girmiş olabileceği düşüncesi birkaç dakika sonra beynime dank etti. "Ah, hayır."

Elinde büyükçe bir paket vardı. "Biraz geciktim kusura bakma olur mu? Bulmak zor oldu." Eliyle saçlarını karıştırdı. "Kore stili kızarmış tavuk belki moralini yerine getirir diye düşündüm."

Neden böyle yapıyordu ki? Her hareketi yalnızca beni ona daha çok bağlıyor ve bunun olması beni tedirgin ediyordu.
Bu normal bir şey miydi? Onunla güzel bir arkadaşlığımın olmasının beni rahatsız edecek ne gibi bir tarafı olabilirdi ki? Ah, doğru ben arkadaşlık mevzusunu aşalı çok olmuştu. Ancak bu duruma fazla alışmıştım ve hislerime güvenmek garip hissettiriyordu.

"Teşekkür ederim." Paketi elinden aldım. Hala sıcaktı. "Yemek yemediysen beraber yiyebiliriz?" Diye sordum gülümserken.

"Haha gerçekten mi?" Tek bir hamlede içeri girdi ve kendini yere bıraktı. "Doğrusunu söylemek gerekirse birazcık açıkmıştım."

Kapıyı kapattım ve ben de yere oturdum. Kızarmış tavuk kokusu tüm odayı doldurmuştu. Ne kadar hasta hissetsem de ağzımın sulanmasına engel olamamıştım. Bir tanesini direkt ağzıma attım. "Gerçekten leziz!"

"Beğendin değil mi?" Gülümsüyordu. "Bunun moralini düzeltebileceğini biliyordum. Fransa'dayken bile tavuk düşünen Park Roseanne'sin sen!"

"Kızarmış tavuktan bahsediyoruz Kook, hem de Kore stili!" Ben üçüncü parçaya geçerken Jungkook hala yemeğe dokunmamıştı. "Neden yemiy-"

"Sana bir şey olmuş olabileceğinden gerçekten korktum." Aniden beni kendine doğru çekip sarıldı, elimdeki tavuk tişörtüne değiyordu ama leke olması çok da umrunda değildi sanırım. "Seni biraz yalnız bırakmışım gibi oldu, sonuç olarak Lisa'yı saymazsak yabancı bir ülkede tek başımızayız. Birbirimizi kaybetmemiz pek de hoş olmazdı. Gitmemeliydim, özür dilerim."

"Ama hiç aramadın!"

"Tüm gün boyunca Taehyung oradan oraya sürükledi. Ayrıca daha da önemlisi şarjım bitti." Hala bana sarılıyordu. Elim sayesinde kalp atışlarını rahatça hissedebiliyorken huzur doluydum.

"Demek öyle?" Geri çekildim. Elimdeki tavuğu pakete koydum.

Galiba ona söylemenin vakti gelmişti..

"Aynen öyle." Dedi gülümseyerek ardından kollarını arkasına yasladı. "Seni aramayı denedim ama Min Hee'de ve diğerlerinde senin numaran yokmuş o yüzden-"

O an beynimden geçenleri tarif etmek imkansız... Kalbimin aniden hızlanmasıyla "Min Hee mi? O da mı burada?" diye sordum. Ne demek numaram yoktu?

"Biliyorsun sanıyordum."

"Hayır haberim yoktu." Min Hee geldiğini neden bana söylememişti anlayamıyordum. Ne Seon Ok ne Min Hee... ikisi de bana hiçbir şey anlatmamışlardı. Sabahı beklemeden onları direkt aramalıydım.

"Min Hee'yi arasam iyi olacak."

"Sanırım... gitme vaktim geldi." bana doğru eğildi. "Bir şeye ihtiyacın olursa hemen yan taraftayım. Çekinme olur mu?" Güven verici konuşuyordu. Bu tarafı hoşuma gitmiyor değildi.

Jungkook gittikten birkaç dakika sonra cesaretimi toplayıp Seon Ok'u aradım. Nedensizce Min Hee'yi aramak istemiyordum zaten arasam bile numaramı sildiği için kim olduğumu sorardı.

"Chaeyoung! Nasılsın? Paris nasıl? Eğleniyor musunuz?" Sesi yeni uyanmış olamayacak kadar canlı geliyordu. Şu an saat 12 civarıydı. Kore'deyse muhtemelen yeni sabah olmuştu.

"Seon Ok uyandırmadım seni değil mi?"

"Hayır. Yeni bir hayat stiline başladım. Artık hep erken uyanıyorum ve fast food yemiyorum!" Kızarmış tavuk, lazanya, patates kızartması, çeşit çeşit noodle... benim böyle bir hayata sahip olmam için çok uğraşmam gerekirdi.

"Seon Ok... senin adına gerçekten sevindim." Sesimin düzgün çıkmasına özen gösteriyordum. "Min Hee'nin nerede olduğunu biliyor musun?"

"Min Hee de nereden çıktı?" Ani bir şekilde cevap verdi. "Um, şey akrabalarının yanında diye biliyorum."

"Fransa'daymış diye duydum da... Sen Kore'de misin?" Bir süre cevap vermedi. Nedeni açıktı. Min Hee yalan söylemişti.

"Evet, ben Kore'deyim." Sesinde yapay bir neşe vardı. "Fransa'daymış demek!"

Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. Seon Ok hissetmiş olacak ki benim yerime devam etti. "Rosie şimdi kapatmam gerekiyor kendine iyi bak olur mu?"

xoxo

ukiyo ✘ rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin