Artık veda vaktiydi: Fransa'ya, Paris'e Lili'ye ve en önemlisi de Lisa'ya...
Çocukluğumdan beri vedalarda çok iyi değilimdir. Avustralya'dan Kore'ye ilk taşındığımızda da orada kalan arkadaşlarım, sevdiklerim için saatlerce ağlamıştım. İnsan zamanla alışır derler ancak hayır. Kim kolayca veda edebilir ki, kalbinde hiç acı olmadan? Kimimiz bunu gözyaşlarıyla dışarı verirken kimimiz düşüncelerimizde saklıyoruz. Ama acı aynı acıdır, hissedilen şey gerçektir.
Lisa karşıma bir dosta, bir arkadaşa, bir sırdaşa en çok ihtiyaç duyduğum dönemde çıkmıştı. Kader yollarımızı kesiştirmiş, bizi birbirimize destek olmamız için görevlendirmişti. Düşünüyorum da Min Hee ve Seon Ok hiçbir zaman benim dostlarım değillerdi, ben onların yanın üçüncü kişiydim. Araları bozuşunca onları barıştıran, biri olmayınca onun yokluğunu kapatan kişiydim ben. Ben hep ikinci seçenektim. İkisi için de asla dost olmadım, olamadım.
Jungkook fark etmemi sağlamış, Lisa'ysa harekete geçmem gerektiğini göstermişti. Ben onlar için değil kendim için yaşıyordum, o zamanlar bunun farkında değildim. Başkasının ikinci seçeneği olmak yerine kendi kendime yetebilmeliydim.
Havalimanındaydık. Üçümüz öylece oturuyorduk. Lisa onca ısrarımıza rağmen pansiyonda kalmayıp birkaç dakikalığına da olsa yanımızda kalmak için bizimleydi. Daha bekleyecek çok saatimiz olmasına rağmen onun sabah pansiyonda bulunması gerekiyordu, çoğu gün esnek davranan patronu en önemli olan günde izin vermemişti. Ne kadar ironik.
Lisa yavaşça kulağıma eğildi. Hemen yanımda oturuyordu. "İkinizin sonunda birbirinize açıldığınıza çok sevindim Rosé. Başından beri belliydi!"
Ona gülümsedim. Bir şey söylemeye korkuyor, çünkü sesime güvenmiyordum. Eğer ağlamaklı olursa kendimi tutamaz direkt ağlamaya başlardım ve diğerlerini de üzerdim.
Patronu son bir kez daha çaldırınca saate baktı. Bugün hem son bir kez dışarı çıkmıştık hem de Lili'yi veterinere götürmüştü. İçimden patronunun ona kızmamasını diliyordum... "Demek artık ayrılma vakti geldi!" Lisa'nın neşeyle söylediği cümle bugün duymaktan en çok korktuğum şeydi. Elimden gelse Lisa'yı zorla çantama sokacaktım.
Ona sarıldım. Hemen sonra Jungkook da sarılmamıza katıldı.
"Gidiyorum." Dedi sesi sevecendi ama gözlerindeki nemi ne kadar saklasa da fark etmiştim. Lili'nin çantasını da eline alıp koridor boyunca ilerlemeye başladı. "Bu tatlı kız bende, merak etmeyin! Kore'ye inince beni arayın!" Ağlamaya başladım. Gözyaşlarımı görmemesi için o arkasını dönene kadar gidişine bakamadım. Gözyaşlarım kendiliğinden dökülüyor, boğazım düğümleniyordu. Ona fazla alışmıştım. Sweatimin kollarıyla yeniden gözlerimi kapatmaya çalıştım, Jungkook zaten üzgündü bir de ağlayarak onu üzmek istemiyordum.
Yanıma gelip kollarını bana sardı. Ağlama isteğim çok daha güçlenmişti. Ağlıyorken birinin sarılması beni daha da duygusallaştırıyordu.
"Sorun yok.." saçlarımı okşarken. "Ağlamak kötü bir şey değil."
Ona doğru döndüm ve kafamı omzuna gömdüm. Hıçkırıklarım gözyaşlarıma karışırken tek dileğim bir an önce Fransa'nın üzücü atmosferinden uzaklaşabilmekti.
*
cherosie:
Ve Park Roseanne Fransa'yı terk eder!
650 Beğeni 98 Yorum
1 saat önce
Yorumlar:
lalalisa: ps. geri dönmek üzere :)
+cherosie: umarım.. :)97kookie: Seni seviyorum💕
+cherosie: 💕alicepark: şimdiden evine hoş geldin Rosie❤
+cherosie: ^^fake777: keşke hep orada kalsaydın.
fake444: Jungkook'un önce geldiğini düşünmek istiyorum.. beraber olmadığınızı düşünmek istiyorum😠
+97kookie: düşünmeye devam👍🏻
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ukiyo ✘ rosékook
FanfictionJeon Jungkook unutamadığı ilk aşkı Roseanne'i, yıllar sonra gittiği üniversitede görünce beyninden vurulmuşa döner. Ancak Roseanne onu pek de hatırlıyor gibi görünmüyordur. Böylece Jungkook, Roseanne'e kendini hatırlatmaya karar verir. "Seul'den Par...