Öğrendiğim her şeyden sonra bir de okula gitmek zorunda oluşum içime tarifsiz bir üşengençlik yaymıştı. Hiçbir şey öğrenmek istemiyordum artık.
Keyifsizliğim kombinimi de etkilemişti. Üzerime, elime gelen ilk kıyafetleri geçirip okula doğru ilermeye başladım. Muhtemelen kötü gözüküyordum ama o kadar da sorun değildi.
Öylece yolda yürürken aklıma Lisa'yı aramak geldi. Onun tavsiyelerini almak, bana söylediği telkin edici cümleleri dinlemek istiyordum. Ancak Fransa'yla aramızda 7 saat olduğu düşünüldüğünde şu an Lisa uyuyor olabilirdi. Onu rahatsız etmek istemedim, gece aramak en iyisiydi. Böylece o, her türlü uyanmış olur rahat rahat konuşabilirdik.
Okul yolu inanılmaz uzun gelmişti. Eskiden okul yolunu muhabbet ederek katettiğim için bugünkü yalnız yürüyüşüm içimi bunaltmıştı. Adım attıkça okuldan uzaklaşıyormuşum gibi geliyordu. Ancak Jungkook'la buluşacağım düşünüldüğünde tüm sıkıntılarım uçmuş, tüy gibi hafiflemiştim. Okul kapısından girerken arkamdan birinin sarılmasıyla durakladım. Kim olduğunu tahmin etmek o kadar da zor değildi.
"Bir an yanlış kişiye sarıldım sandım!" Sorusunun ardından 180 derece dönüp gülümsedim.
"Saçın gerçekte daha da güzel Rosé." Bir süre yeni saçlarımızdan, saç açma serüvenlerimizden konuştuk. Dün akşam olanları anlatmak istesem de bir türlü konuya başlayamıyordum ki konuşmamız boyunca dik dik yüzüme bakan Jungkook "Aman tanrım yüzün kireç gibi. Bir günde ne olmuş olabilir?" dedi. Haklıydı bu sabah ciddi anlamda ölü gibiydim, beni tanıyamamış olmasına şaşmamalı.
"Çok şey." Kollarımı ona sardım, şu an ihtiyacım olan şey tam da buydu.
"Anlatmak ister misin?" O da bana sarıldı.
"Aslında istemiyorum. Keşke kafamdakileri okuyabilsen de ben hiç konuşmasam."
"Um.." hafifçe kıkırdadı. "fake444'ün kim olduğunu öğrenmiş olabilir misin?"
Kollarımı ondan ayırdım. "Kısaca söylemek gerekirse benim gönderilerimin altında kötü yorum yapan sahte hesaplardan birinin sahibi Min Hee'ymiş."
"Tahmin edilebilir bir şey aslında."
El ele tutuştuk, öylece okul kapısında dikilmemek adına ana binaya doğru ilerlemeye başladık. Fransa'ya gitmeden önceki ders programım şimdi de aynıydı gireceğimiz ders Fransızca, yani Jungkook'la beraber aldığım tek dersti bu sebeple daha da sevmeye başlamıştım.
"Üzüldün mü peki?"
"Yani sanırım... ama hayır."
Kafasını bana çevirdi birkaç saniye dik dik baktıktan sonra, "Tanrım, yüzün her şeyi açıkça ifade ediyor Rosé." dedi. "Sen üzgünsün."
"Hayır ya." Yürümeye devam ettim. "Çok şaşkınım sadece."
Aniden dudaklarını saçıma bastırdı. "Seni seviyorum Chaeyoung."
Emin ol Kook ben daha çok...
*
Belki unutmuştum ama Taehyung da, Jungkook ve benimle birlikte aynı zamanda Fransızca dersi alıyordu. Aklıma Taehyung'u onlarca kızla beraber gördüğüm gün geldi zaman ne de çabuk geçiyordu öyle
Dersliğe girmemizle Taehyung'un yanımıza gelmesi bir oldu. Min Hee'nin nerede olduğu zerre umrumda olmasa da bir anlığına neden burada "sevgilisini" yalnız bıraktığına anlam verememiştim -aman kaparlar falan.
"JK görüşmeyeli ne çok oldu ya." Kolunu Jungkook'un omzuna attı. Ardından bana bakarak. "E, naber Chaeyoung? Saçlar yakışmış."
Ağzımdan çıkan zoraki bir teşekkürden sonra Taehyung, Jungkook'u arkadaş gruplarına doğru sürüklemeye başladı. Jungkook'un 'gideyim mi?' diye soran bakışlarına gülümsedim. Yalnız kalmak sorun değildi benim için. Ben arkadaşlarımı kaybettim diye Jungkook'u da arkadaşlarından ayıramazdım ki, bu resmen bencillik olurdu.
Dersin başlamasıyla çantamdan evde öylece durmaktan üstünde toz biriken tavşanlı kalemliğimi çıkardım. Kalemliğimi de, Profesör Yoon'u da görmeyeli asırlar olmuş gibi geliyordu. Ancak her şey iki hafta öncesinin aynısıydı, Fransızca cahilliğim de dahil.
Profesör Fransızca bir şeyler anlatırken bir yandan da Jungkook'un neler yaptığına bakıyordum. Öncelikle Kim Taehyung'un yanında ders dinlemeyi düşünüyorsanız o fikri derhal unutun, o asla ders dinlemez aynı zamanda dinlettirmez de. Dersi anlayabilmek için ondan binlerce kilometre uzağa oturmalısınız. Eğer kulağınıza tek bir kelimesi dahi gelirse derse odaklanamaz, kendinizi muhabbetin içinde bulursunuz. Bense onunla ilgilenmiyordum bile. Her ne söylüyorsa Jungkook'u güldürmeyi başarmıştı. Onu gülerken izlemek ne kadar da keyif vericiydi.
Ders bitiminde Jungkook'tan ayrıldım. Tabii ki onunla vakit geçirmek istiyordum ancak yapmam gereken daha önemli bir işim vardı. Tüm kampüste Min Hee'yi aradım. Aslına bakılırsa en başta onunla bir daha asla konuşmamaya karar vermiştim ancak detaylı düşününce yaptıklarını onun yanına bırakmak düşüncesi içimde garip bir duygunun ortaya çıkmasını sağlamıştı. Sanırım intikam? İntikam çok da yakın olduğum bir kelime değildir. Yaptırımlarını da pek desteklediğim söylenemez ancak bir şeyler içimde kalsın istemiyordum. Ne yaptığının farkına varması gerekiyordu.
Aramalarım sonuç vermemişken kafeteryaya inmeye karar verdim. Yemek demek victory takımı demek. Daha doğrusu demekti. Min Hee ya makyajını tazeliyor ya da yemek yiyordu muhtemelen ki haklıydım da. Kafeteryaya iner inmez Min Hee'yi gördüm, tek başına oturmuş kızarmış tavuğunu kemiriyordu. Büyük bir hızla karşısındaki sandalyeye oturdum. O da bakışlarını direkt bana çevirdi.
Aniden "Kimsiniz?" dedi. Yüzünde yapmacık bir gülümse yerleştirip devam etti. "Ah Chaeyoung naber?"
Kimsiniz mi? Tanrım! Ben sanki tüm ömrüm boyunca sarışınmışım gibi... Beni kızdırmayı amaçlıyordu besbelli. Ona istediğini vermeyecektim.
"Neden bunu yaptın?"
Sorumun ardından gülümsemesi hemen soldu. "Ne yapmışım?"
Soluk alıp verişinin hızlandığını fark etmiştim. "Bilmiyormuş gibi davranma istersen Min Hee. Neden bize bunu yaptın?"
Ne dediğimi anlamamışçasına öylece bana bakıyordu. Yüzüme ondan iğrendiğimi belirten bir ifade yerleştirdim.
"Bana yazdığın tüm o yorumlar, Seon Ok'un gözü önünde yaptıkların... Sen kimsin Min Hee? Sen gerçekten bu musun?" Onun yüz ifadesi değişmeye devam ederken ekledim. "Bir zamanlar benim arkadaşım olan Min Hee gerçekten sen misin?"
"Özür dilerim ben..."
"Özür dileme. Yaptıklarının telafisi asla bir özür olamaz."
"Chaeyoung..." Gözyaşları aniden yanaklarından süzülmeye başladı. En fazla makyajı akar diye endişelenmiştim sanırım. "Lütfen affet beni.."
Yapacağı hiçbir şey onu affetmemi sağlayamazdı artık, isterse kötü bilsin sevmesin beni, hiçbir önemi yoktu. Onun hayatıma yeniden dahil olması için bir sebep göremiyordum.
"Bence," dedim sertçe masadan kalkarken. Yüzüne dahi bakmıyordum. "Seon Ok'a daha büyük bir özür borcun var. Sana hayatında başarılar dilerim." Ardından öylece kafeteryadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ukiyo ✘ rosékook
FanficJeon Jungkook unutamadığı ilk aşkı Roseanne'i, yıllar sonra gittiği üniversitede görünce beyninden vurulmuşa döner. Ancak Roseanne onu pek de hatırlıyor gibi görünmüyordur. Böylece Jungkook, Roseanne'e kendini hatırlatmaya karar verir. "Seul'den Par...