Korkunun birçok sebebi vardır. Çeşitlilik gösterir,özneldir. Bu demek değildir ki nesnel olan korkular da yoktur. İnsanların ortak olarak korktukları şeylerden biri doğanın vazgeçilmez bir kanunu olan değişimdir. İnsanların bu kadar değişimden korkmasının sebebi alışkanlık olarak değerlendirilirse neden diğer canlıların bundan çekinmedikleri akıllarda bir soru işareti oluşturur. Çünkü insan dışındaki canlılar değişime ayak uyduramamanın onları yok edeceğini bilir. Peki neden canlı türünün en akıllı türü değişimi kabullenmez?Bunun sebebini kendimi de örnek alarak düşündüğümde bir sonuca ulaşmıştım. Çoğu insan içinde bulunduğu ortamı hiç değişmeyecekmiş gibi görüyordu. Buna ben de dahildim. Hayatımın asla değişmeyeceğini düşünürdüm ama hayat bana en güzel gülüşlerinden birini vermişti. Değişen koşullara uyum göstermek yerine mevcudu korumaya çalışırdık. Değişime direnir,kaçmaya çalışırdık. Çoğumuzsa ayak uyduramaz yavaş yavaş kendi kişiliğimizi kaybederdik.
Bana olan da buydu. Değişime ayak uyduramamış kendi kişiliğimi unutacak noktaya gelmiştim. Eski cesur,özgüvenli Can'ın yerini korkak,konuşmaya çekinen biri almıştı. Her ne kadar bu durumdan şiddetle nefret etsem de şiddet de benden nefret ediyordu. Zorbalığa uğruyordum ama asıl zorbalığı kendime ben yapıyordum. Sessiz kalmak insanın kendine en büyük saygısızlığıydı. Bulunduğum ortam kendime kızgınlığımı biraz hafifletiyordu. Çünkü tek değişen ben olmamıştım.
Arabadan inip antik kente ulaştığımız ilk an acaba doğru yere mi geldik diye düşünmüştüm. Öyle ki Güneş Piramiti tüm ihtişamıyla bana kendini göstermese geri dönmeyi bile düşünürdüm. Yıllar önce çocukluğumu geçirdiğim bu yer çok yabancıydı. Annemin ve babamın olmasını istemediği her şey olmuş gibiydi. Onların uzak tuttukları insanlar her yerdeydi. Herkes yıllardır korunmaya çalışılmış yapıtlara dokunuyordu. Gözlerim yerdeki çöpleri bulduğunda kendi türümden iğrendim. Buraya ne yapmışlardı böyle?
Ben hala etrafı incelerken diğerleri arabadaydı. Onların inmesine zaten gerek yoktu. Ben,Ozan ve adını öğrendiğim son sınıf Arda buradaki arkeologlarla konuştuktan hemen sonra konaklayacağımız küçük köye gidecektik. Arda eliyle gelmemi işaret ettiğinde Ozan ve onun yanına gittim. Yanlarında orta yaşlarda kadın ve adam vardı. Arkeolog oldukları her hallerinden belliydi. Üzerindekileri incelerken eksikliğini hissettiğim bir şey vardı. Annem ve babamın üzerinde bulunan o tozdan,kıyafetlerinde hiç iz yoktu. Sanki günlerdir kazı yapmamış gibilerdi.
"Bu da diğer öğrenci,Can."
Arda beni onlarda tanıştırmak için İspanyolca konuştuğunda elimi uzatıp kadının elini sıktım.
"Bir sorunumuz var."dedi Ozan Türkçe konuşarak. Onun çatılmış kaşlarını şimdi fark etmiştim.
"Öncelikle hoş geldiniz."
Adam konuşmaya başladığında dikkatimi ona verdim.
"Osman Yılmaz ile aylar önce konuştuğumuzda onu durumdan haberdar etmiştim. Ancak yine de sizi buraya göndermiş. Bu durumda ne yapabileceğimi bilmiyorum ama kazı olmayacak."
Adamın söyledikleriyle aynı Ozan gibi ben de kaşlarımı çattım. Ne demek kazı olmayacaklardı? Buraya nasıl hazırlanıp geldiğimizi bilmiyorlar mıydı?
Arda ve Ozan saf saf baktıkları için konuya dahil oldum.
"Bu sorundan şimdi haberimiz olduğu için sorunun kaynağından da haberimiz yok. Bu yüzden bize daha nitelikli bir açıklama yapabilir misiniz? İlk olarak koruma altındaki bir alanda neden bu kadar çok insan olduğundan bahsedebilirsiniz."dedim elimle dolaşan insanları göstererek. İnsanlar kameralarına yapışmış etrafı çekiyorlardı. Hatta bazıları video çekiyordu. Uzakta duran muhabir ve kameramanı gördüğümde bu durum iyice garipleşmeye başlamıştı.