İnsan yaşadığı yıla göre değil yaşadıklarına göre büyüyordu. Hayatında hiçbir acı tatmamış hiç sevdiği insanı toprağa gömmemiş insanlar yaşamış sayılmazdı. Hayatın en acı verici gününü hiç tatmamış ruhları ahkam keserek ben bu hayatta her şeyi yaşadım diyemezdi. Dememeliydi.Yirmi yaşlarımın başlarında genç bir insandım. Benim yaşıtlarımın tek derdi sınavları ve akşam ne yemek yiyeceği iken ben söylediğim yalanların altında eziliyordum.
Osman Hoca gelmişti. Gelmesiyle birlikte de işlerin çığırından çıkacak seviyeye gelmesi uzun sürmemişti. Yaptığımız planın bozulan aşaması yüzünden dün gece gözüme tek bir damla uyku girmemişti.
Olayın nasıl başladığını hala anlayamamakla birlikte sonunun da nasıl olacağını çözebilmiş değilim. Osman hoca köye geldiği ilk an beni alıp yalnız konuşmak için bir kenara çekmişti. Yüzündeki ifadeyi daha önce suratında hiç görmediğim için çok küçük bir an yaptığım şeylerden haberi olduğunu düşündüm ama hayır. Durum çok daha farklıydı.
Gittiği bakanlıktan eli boş bir şekilde ayrılmıştı. Lakin anlattığına göre bakanlık binasından çıktığı an onu bir adam durdurmuş ve ona yardım edeceğini söylemişti. Osman hoca adamın kim olduğunu öğrenememişti ama bunu çok da düşündüğünü söylenemezdi. Çünkü o adam her kimse bakanlıktan gerekli izni almasına yardım etmiş ve Güneş Piramitine girmemiz için elinde izin belgeleriyle geri dönmüştü.
Osman hoca bana bunları neden özel olarak anlatıyordu bilmiyordum. Çünkü Ozan'ı özellikle yanımıza çağırtmamıştı. Tüm bunları anlatıp bana elindeki belgeleri gösterdiğinde çantasından bir kağıt daha çıkardı. Hala elimde tuttuğum ve belki de yüzlerce defa okuduğum yazıları tekrar okudum.
Üzerinde büyük harflerle ismim yazıyordu ve bir tebrik mesajı vardı. Güneş Piramitine girişi bulduğum için beni ödüllendirmek istediklerine dair de bir not vardı. Nasıl bir ödülden bahsettiklerine dair bir fikrim yoktu. Ödül dedikler şeyi aslında çoktan almıştım. Ailemin yapamadığını yapmıştım. Benimle gurur duyup duymayacaklarını düşünüp kendi kendime gülümsüyordum. Duyacaklardı emindim.
"Daha ne kadar o kağıda bakıp sırıtacaksın?"
Ozan'ın uzun zaman sonra benimle konuşan sesine şaşırdığım için kağıdı indirip yüzüne baktım. Beni görmezden gelip duruyordu. Şimdi laf atması garipti.
"Sen benimle konuşur muydun?"dedim oturduğum yerden doğrularak. Saat sabahın altısıydı. Ozan'ın erkenden kalkıp gittiğini görmüştüm ve karavana daha yeni dönüyordu. Ne yaptığını bilmiyordum. Bir işler karıştırdığı kesindi.
"Beni tehdit edenlerle konuşmam."
"O zaman benim sana tek kelime etmemem lazım."dedim şafak vaktinin güzelliğine dalıp giderken . Gökyüzü Güneş'i bekliyordu. Ay geri çekilmiş meydanı ona bırakmıştı.
"Beni yendiğini düşünme. Bu işi çözeceğim. Sen ve diğer ikisinin bir işler karıştırdığını biliyorum ama sessiz kalıyorum."
Bana doğru yaklaşıp karşımda dikildiğinde ayağa kalktım. Elimde tuttuğum kahvemden bir yudum daha aldım gözlerine bakarken.
"Sessiz kalıyorsun. Çünkü korkuyorsun. Ondan ödün kopuyor."
Ozan'ın El Criatura Maldita hakkında bir şeyler bildiğini tahmin ediyordum ama benim bildiklerimi bilmesi tabiki de imkansızdı.
"Birazdan piramite gireceğiz. O zaman yakalanma korkusuyla ödü kopan sen olacaksın. Çünkü Osman hoca şüphelenmeye başladığında planınız bozulacak."