Hayata ilk defa gözlerimizi açtığımızda hepimiz önsözleri yazılmamış kaderimize başlamıştık. Kimileri hayata bir sıfır geriden başlamıştı, kimilerinin ise başları bile sonları olmuştu. Uzun yaşam, uzun bir mutluluk sanıyorduk ilk başta. Hayatımızda ne kadar çok insan varsa o kadar seviliyorduk. Etrafımızdakileri biz seçmiyor, seçimleri de değiştiremiyorduk. Hayat bizim hayatımızdı ama seçim hakkı çoktan doldurulmuştu.
Mutlu bir çocukluk geçirmiştim. Mutluluğun kelime anlamı, sevdiklerimdi benim için. O anlarda çoğuna da sahiptim. Ailem vardı, arkadaşlarım vardı. Hayattan daha başka ne isteyebilirdim ki? Fazlası nankörlük olurdu. Hiçbir zaman da istememiştim fazlasını. İstemeye çekinirdim çünkü. İleriye gitmez, elimdekini de kaybetmekten korkardım. Azla yetinen insanlardandım. Ben sevginin en azıyla yetinmeyi yıllar önce öğrenmiştim. Hayatımda ilk defa fazlasını dileniyordum. Hayatımda ilk defa bir şeye tamamıyla sahip olmak istiyordum. Nankörlük yaptım, ilk kez dudaklarımın arasındaki iki küçük et parçasına yenildim.
Altında anadan doğma bir şekilde durduğumuz su gittikçe ısınmıştı ya da benim içimde alevlenen duygularımdı bunun sebebi. Yemin ediyorum, alt dudağını öyle çok içime çektim ki benden bir parça olsun istedim. Sıcak su damlası yeterince ıslanmış saçlarımdan bağımsızlığı ilan etmiş yanaklarımdan dudaklarımıza indiğinde sımsıkı duran gözlerimi açtım. Omuzlarına koyduğum ellerimden destek alarak ayrıldım ondan. Saniyeler önce kapalı olan gözlerim gibiydi, Diego'nun gözleri. Kapalıydı oysa ben şu an o siyahlıkları görmek için ölüp bitiyordum.
''Çıkalım artık.'' İstediklerim ve dışa vurduklarım tamamen iki farklı kutuptu. Devam etmek ona daha çok dokunmak istiyordum ama iyi değildi. Yorgun olduğunu, canının yandığını biliyordum. İçtiği ilaçlar da onu mayıştırmıştı. Derin bir uyku çekmesi lazımdı.
Gözlerini açtığında omzunda duran sağ elimi teninde yol çizerek kalbinin tam üzerine koydum. Bu ince çizgi bana yaptığımı her seferinde hatırlatacakmış gibi öylece duruyordu. İşaret parmağımı üzerinde gezdirdiğimde Diego'dan kısık bir inleme çıktı. Elimi aniden çektim. Dıştan tamamen kapanmış dursa da yarası içeriden hala hasarlıydı.
''Biraz bekle. Hemen saçımı yıkacağım ve çıkacağız.'' Bir yandan da elime şampuanı sıkıyordu. Bir adım geri çıkıp suyun altına tamamen girdim. Diego'dan cevap gelmediği için saçlarımı hızlıca köpürtmeye başladım. Göz ucuyla ona bakmak istesem de gözümü açtığım an köpük gözüme girmişti.
''Sana küçükken şampuanın gözünü yakacağını öğretmediler mi?'' Duyduğum soruyla gülümsedim. Sesi çok daha iyi çıkıyordu. Kırgın tonlaması yoktu en azından.
''Öğretmediler ama bir arkadaşım sayesinde anlamıştım.''
''Hadi ya.'' Gülüyordu. Saniyeler sonra bedenini arkamda hissettiğimde ellerim hareket etmeyi kesti. ''Kimmiş o arkadaşın?'' Uzun parmakları benim yapmayı kestiğim işi devraldı. Saç dibime masaj yaparak yıkamaya başladı saçlarımı. Saç tellerimde kurumuş kendi kanını yine kendi temizledi.
''Akılsız bir şeydi.'' dedim gülerek. Gözlerimdeki köpükler gittiği için başımı kaldırıp tersten ona bakmaya başladım. Ters bir şekilde baktığım gülen yüzüne içim gitti. ''Sırf ben seviyorum diye böğürtlen toplardı. Sonra hep tarafı diken olurdu.'' Onunla yaşadığımız bir anımız aklıma gelince arkamı döndüm. ''O kadar akılsızdı ki arıların en çok olduğu yerden toplardı. Arı sokmasına alerjisi olduğu halde.''
Saçımdaki köpükler tamamen suya karışıp gitmişti. Diego söylediğim şeylere dudağının kenarıyla gülümsedi. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. Dudaklarını alnıma bastırdığında içi çekmeden edemedim. Onunla bunları yaşamak benim için çok farklı bir olay değildi. Diego beni hep böyle severdi. Şimdi arkadaşlık sınırını çoktan geçmiş hareketlerimiz rahatsız etmiyordu beni.