Bölüm 19

1.8K 241 75
                                    




Kendimi sonu gözükmeyen bir yolda yürüyormuş gibi hissediyorum. Yürüyorum ama bir sona varamıyorum. Elimde bir haritam bile yok. Öylece adım atıyorum. Sessizliğin ortasında kaldığım geceler nefes alamıyormuşum gibi hissediyorum. Oksijen denilen bizi hayatta tutan o gaz ciğerlerime doluşuyor ama yaşamak için nefes almak tek koşul değil ki. Yaşamak istiyorsan bir şeyler yapmalıydın ve ben yerimde saymaktan başka bir şey yapamıyordum.

Günler bitiyor, zaman elimden tıpkı bir ip gibi kayıp gidiyordu. Ne yakalayabiliyordum ne de daha sıkı tutabiliyordum. Kendimi o kadar işe yaramaz hissediyordum ki bulduğumuz kemiklere bakarken bile içimde heyecandan eser yoktu. Hissiz değildim ama sanki hislerimi biri alıp gitmişti ve bana seçim hakkı bile sunulmamıştı.

Bana seçim hakkı sunulmayan bir diğer şey ise güneş piramitine girmemin yasaklanmasıydı. Osman hoca o gün piramitten çıktığım an karşıma dikilmişti. Yapmadığım sorumsuzluğu yüzüme vurmuş beni bu şekilde cezalandırmıştı. Güneş piramiti dışında bulunan çalışmalara katılabiliyordum. Bunlardan biri de ay piramitinin ve güneş piramitinin tam ortasında kalan çayırlıkta bulduğumuz kemiklerdi.

"Sence iki sevgili mi olabilir mi?"

Bir haftadır beraber çalıştığım ve bu sayede biraz da olsa yakınlaştığım kızın yüzüne baktım. Izel pür dikkat çalışanları izliyordu. Her geçen saniye bulduğumuz kemikler tam bir iskelete bürünüyordu. İç içe geçmiş kemiklere baktım. Izel bu yüzden sevgili olduklarını düşünmüş olmalıydı.

"Belki de. Kemikleri incelenmesi için göndereceğiz. O zaman bize kaç yaşında olduklarını, cinsiyetlerini hepsini söylerler."dedim.

Öğle vaktinin kızgın güneşinin bir şeyin üzerine vurduğu parlaklıkla Izel'in yanından uzaklaşıp kazı alanına girdim. Çukura atlayıp kemiklere doğru yürüdüm.

''Durun,lütfen.''

Toprağı eşeleyen kürekler hareket etmeyi kestiğinde sol taraftaki iskeletin yanına çöktüm. Fosilleşmiş kafatasının altındaki zincire uzandım. Zincirin ucundaki yuvarlak, altından olduğunu tahmin ettiğin madalyonu elime aldım. üzerindeki çizgiler girdap şeklinde tam ortada bitiyordu. İnce çizgilerin yirmiden fazla olduğunu tahmin edebiliyordum ama işin daha fazla aksamasını istemediğim için madalyonu çıkardım ve doğruldum.

"Ne buldun?"

"Madalyona benziyor."dedim elimdeki şeye dikkatle bakan Izel'e. Fazla yüksek olmayan çukurdan onun yardımıyla çıktığımda madalyonu daha rahat görmesi için ona verdim.

Izel tam da tahmin ettiğim gibi Meksikalı bir öğrenciydi. Bu sene mezun olduğunu ve burada çalışmak için çok çabaladığını anlatmıştı bana. Köyün dışında ona tahsil edilen bir evde kalıyordu. Biz hala sebebini bilmediğim halde o külüstür karavandaydık. Gerçi benim işime geliyordu. İnsanlarla muhattap olmuyordum.

"Azteklerde altını sadece çok zenginlerin kullandığını biliyorum. Demek ki iskeletimiz oldukça zengin birine ait."

"Haklısın''dedim madalyonu bana uzattığında.

''Belki de karısıyla gömülen biri ya da yasak aşk yaşayan birileri olabilir. Düşünsene İtalya'da bulunan Valdaro Aşıklarından daha eski olduklarını.''dedi heyecanla. İlk çalışması bu olduğu için bu kadar heyecanlı olması normaldi. Şu an normal olmayan kişi bendim. Bulduğumuz şeye sevinemiyordum bile. ''Onların dünyada ne kadar yankı yaptıklarını hatırlıyor musun? Onları bulanın ben olmasını istemiştim.''

Valdaro Aşıklarının fotoğrafını görmüştüm. Bulduğumuz iskeletleri onlara benzetebildik ama onlardan farklı bir yanları vardı. İç içe geçmiş bedenleri sarılan iki kişiye benzemek yerine bana sanki boğuşan insanlar gibi gelmişti. İçimden bir ses onların toprağın altına canlı canlı gömüldüğünü söylüyordu.

PURGATORY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin