Merdümgiriz kelimesi Farsça kökenlidir. Anlamı kalabalıktan hoşlanmayan,insanlardan çekinen kaçan kimse demektir. Ben oldum olası merdümgiriz biri olmadım. Zaten bence kimse doğduğu an öyle olmaz. Sonradan yaşadığı olaylar onu bu duruma iter. Ben de bazı şeyler yaşamıştım. 10 yıl boyunca da yaşadığım şeyler beni yalnızlığa çekmişti. Hayatım yalnızlık bataklığına kapılmış her geçen gün daha da dibe batıyordu. Ben de bataklığa batarken hiç çaba göstermiyordum. Çünkü ne kadar çabalarsanız bataklık sizi o kadar dibe çeker. Bataklıktan tek yolu dışarıdan uzatılan bir yardım elidir. Aynı yalnızlıktan kurtulmanın tek yolunun da bu olduğu gibi.
Kimse benim elimi tutmadı. Sorun değildi. Yalnızlığa alışkındım ama bu uzun zaman sonra ilk defa canımı bu kadar yakıyordu.
Yaşananların üzerinden 3 gün geçmişti. 3 günde diğerlerini sadece kaldığımız otelin yemek salonunda görmüştüm. Birbirimize tek kelime etmemiştik. Onlar kendi aralarında konuşmuş muydu,bilmiyordum gerçi. Kimse benimle konuşmamıştı.
Türkiye'ye biletlerimizi almıştık. İlk uçuş 2 gün sonraydı. Yani 5 gün daha bu ülkede kalmak zorunda kalmıştık. Geçen 3 günde sadece düşünmüştüm. Yemek yemek dışında otel odasından dışarı bile çıkmamıştım.
Yaşananları diğerleri unutmuş gibi dışarı çıkıp eğleniyorlardı. Onları odanın penceresinden görebiliyordum. Gece yarısı koridorda sesleri yankılanıyordu. Yani olayları tek takan bendim ve ilk defa gerçeklikte yalnızlık yaşıyordum. Gerçeği bilen sadece bendim. Orada yaşayanları aklından biraz olsun çıkaramayan bendim.
Kazı alanından uzakta bir otelde kalıyorduk. Başkente yakın civarlardaydık. Bu yüzden yürüdüğüm yollar bana yabancıydı ama telefonumdaki haritalardan hastaneyi bulmaya çalışıyordum. Kolumdaki sargılar bugün çıkarılacaktı ve sırtımdaki ağrılar için de ağrı kesici alacaktım.
Önümden bir araba daha geçip ışık yandığında karşıya geçtim. Hastanenin girişini gördüğüm an telefonu kotumun cebine attım. Üzerime ince bir gömlek geçirmiştim. Çünkü sargıları gören insanların dik dik bakmasını istemiyordum.
Hastaneye girip girişimi yaptım. Çifte vatandaş olmak bu durumlarda işe yarıyordu. Beni yönlendirdikleri yeşil odaya geçtim. Hemşire bir sedyeye geçmemi istediğinde dediğini yaptım. Gömleğimin düğmelerini açarken hemşirenin elinde dikişi çıkarmak için bir alet vardı. Kolumda 4 dikiş olduğunu öğrendiğimde ben de çok şaşırmıştım. Bu kadar derin olduğunu düşünmemiştim.
Hemşire kolumla ilgilenirken o tarafa bakmamaya çalışıyordum. Derimden iplerin çıktığını hissediyordum ama canım yanmıyordu.
"İyi durumdasın. Yara çoktan kapanmış."
"Nasıl olmuşa benziyor? Yani sizce koluma bunu ne yapmıştır?"
Hemşire küçük bandajları 2 noktaya yapıştırdı. Eztli'nin işaret ve orta parmağı asıl zarar verendi.
"Keskin bir şey derine girmiş gibi."
Kesinlikle onun dediği gibi keskin bir şey koluma girmişti. Piramitte keskin olan taş bile yoktu. Orası topraktandı. Büyük bir oyunun ortasındaydık. Oyunu kimin oynadığını bilmiyordum ama ortak olmaya çalışacaktım. Gömleğimin düğmelerini tekrar bağlayıp hastaneden çıktım. Hastanenin önündeki taksilerden birine binip şoföre kazı alanını tarif ettim. Gidip Ramon'a ziyaret sözümü yerine getirecektim.
Büyük şehrin ihtişamlı binalarının yerini kahverengi kumlar ve topraktan evler aldığında şoför taksiyi köyün tam girişinde durdurdu. Cebimdeki son parayı da verdiğimde geri nasıl döneceğimi o anlık düşünmüyordum. Tek istediğim Ramon'un beni bir günlük misafir etmesiydi. Çünkü yapmam gereken şeyler vardı.