Özgürlük neye yarar,
yaşarsa bir arada
özgürlerle tutsaklar?-Bertolt Brecht(İyilik neye yarar?)
Özgür olmak mümkün müdür?
Özgür olmak nedir? Ne zaman ben gerçekten özgürüm diyebilirim? Yasaların bana tanıdığı şeyleri yaparken mi özgürüm? Yoksa yasalara aykırı davranıp illegal olunca mı? Ben ne zaman özgür olabilirim?
Özgürlüğü manevi bir şey olarak düşünmüyorum bir anlığına. Özgürlüğü şu anda sadece istediğim gibi nefes almak gibi düşünüyorum mesela. Her gün evden çıkıp markete giriyorum en basiti,oradan okuluma gidiyorum. Okuma özgürlüğüm var. Yoksa okuma hakkım mı? Özgürlük sana hakkın olanın verilmesi olabilir mi?
Her gün yaptığım şeyleri bir gün yapamadığımda özgür değilim,diye düşünürüm. Artık özgür değilim. Doğadaki temiz oksijeni ciğerlerime çekemiyorum,sonunu bilmediğim bir yolda koşamıyorum. Ben tam şu an özgürlüğü elinden alınmış bir insanım.
Ayak bileklerime dolanmış ağır zincirler özgürlüğüme geçirilmiş gibi daha çok. Ciğerlerime dolan basık hava,boş midem,susuzluktan kuruyan dudaklarım hepsi iflas etmiş durumda.
Saatler önce olduğum yerdeyim. Yalnız kaldığım bu odanın içinde güneş yavaş yavaş kendini belli etmeye başladı. Korkum bir nebze azalmadı ama gün ışığında daha iyi hissediyorum. Hiç ses duyamıyorum. Diğerlerinin ne yaptıkları hakkında hiçbir fikrim yok. Sadece kendimi düşünürsem de sanırım Maldita beni daha sonra yemek için zincirledi.
Salak gibi sırıtmaya başladığımda akıl sağlığım da gittikçe uzaklaşıyordu. Bakışlarımı odanın içinde bir kez daha dolaştığında toprak duvarlardaki tırnak izleri sanki benim vücudumda gibiydi. Dün gece onunla yalnız kaldığımda nasıl korktuğumu çok iyi hatırlıyordum. Kan kokan nefesi kulağımın dibindeydi. Öyle ki vücudunun sıcaklığını bile hissetmiştim. Neye benzediğini bilmiyordum ama zihnimde dolanan görüntüler korkumu nirvanaya taşımaktan başka bir işe yaramıyordu.
Maldita'nın gitmeden önce beni anlayıp anlamadığını merak ediyordum. Bu durumdan kurtulmak için küçük bir umut varsa onun için savaşırdım. Belki yüzyıllardır yaşayan canavarı beni yememesi için ikna ederdim. İnsanlar konuşa konuşa anlaşırdı ama o insan sayılır mıydı? Bir zamanlar öyleydi en azından.
Yerdeki çiçekler toprak rengi odayı renklendiren tek şeydi. Sarı yapaklar bu odayı bile güzelleştirmişti. Oturduğum yerin biraz uzağındaki çiçeğe uzanıp dokundum. Bu mekanda hala canlı kalabilmiş bir şeyler görmek güzeldi. Çiçekler de en az burası kadar garipti ama. Gece ay ışığında çiçeklerini tamamen açıyorlardı. Şimdi ise tomurcuk halindelerdi. Güneşi sevmiyorlardı. Oysa ben güneşi çok severdim.
Karanlıkta olan her şey beni kendinden uzaklaştırırdı. Aydan bu kadar nefret etmemin sebebi ise biraz farklıydı. Bu topraklarda dolunaya çok önem verirler. Dolunayın bereket ve iyilik getireceğini düşünürler. Hatta durumu abartıp dolunaya dua edenleri bile görmüştüm. Dolunaydan bir şey isterlerse olacağını düşünürlerdi. Ailemin öldüğü gece ilk defa ben de öyle düşündüm.
Yangının çıktığı gece dolunay vardı. O gece o kadar büyüktü ki insanın gözünü alıyordu. İlk defa dolunaya dua ettiğimde alevler yükselen evimin içindeydim. Tahta çatı yıkılıp yere düşmüştü. Tüm ay ışığı eve doluyordu. Alevlerden nefes alamayıp yere düştüğümde dolunaya yalvarmıştım. Bizi kurtarması için yalvarmıştım. O ukala hırsız ise sadece durmuştu. Hayatım mahvolurken en önden izlemişti.