Bölüm 1

5.8K 412 280
                                    

Yanık et kokusu o kadar yoğundu ki burnumun direği sızlıyordu. Adım attıkça artan koku ve alevler nefes almama engel oluyordu. Üzerinden atladığım tahta parçası yüzünden dengem bozulduğunda elimi duvara dayadım. Duvar kağıtları sökülmüş evimizin siyah isli duvarları avcumun içini simsiyah yapmıştı. Düzgün düşünemiyor,mantıklı hareket etmiyordum. Kendimi evimizin içine atmıştım.

Kendimi zorlayarak bir adım daha attığımda alevlerin izin verdiği kadarıyla anladığım mutfaktaydım. Ailecek yemek yediğimiz,kardeşimle her yemekten önce tartıştığımız için azar yediğimiz mutfaktaydım.

Ciğerlerime dolan gaz yüzünden öksürdüğümde zar zor duyduğum sese doğru koşmaya başladım. Kardeşimin odasının önüne geldiğimde zihnimin son açıklığını orada kaybettim. Kardeşimin odasının tamamen alevler içinde olmasıyla olduğum yere çöktüm. Sıcaklık tüm etrafımı sardığında gözlerimi kapattım. Başım zemine çarptığında gördüğüm son şey alevlerin arasında görünen küçük eldi.

Uykumdan nefes nefese kalktığımda uyandığım gibi ellerime baktım. Karanlık odada hiçbir şey göremeyince koşarak odanın ışığını açtım. Ellerime tekrar baktığımda yavaşça yere çöktüm. Yine aynı rüyayı görmüştüm. Gerçekler bu rüyadaki gibi değildi ama ben her seferinde onları kurtarmaya çalışsam da hep başarısız oluyordum. Sanki hala rüyada gibi hissetmemi sağlayan yanık kokusu midemi bulandırıyordu.

"Işığı kim açtı lan?!"

Odada duyulan sesle çöktüğüm yerden yavaşça kalkıp ışığı kapattım. Bazen 6 kişilik bir odada bulunduğumu unutuyordum ama çok da iyi hatırlatıyorlardı. Tekrar uyuyamayacağımı bildiğim için ayağıma geçirdiğim terliklerle yurt odasından çıktım.

Karanlık koridorlar görüş açımı daraltsa da gözlerim karanlığa alışıyordu. Attığım her adım zihnimin ardındaki kapıların tekrar kapanmasını sağlıyordu. Bu durum biraz da olsa rüyanın daha doğrusu kabusunun etkisinden kurtulmamı sağlıyordu.

Uzun koridordan sağa döndüğümde merdivenlere ulaşıp aşağı inmeye başladım. Son merdiven basamağını üçlü atlayıp kendimi yurdun çirkin bahçesine attım. Kurumuş ağaçlar,asla yeşil olmayan çimler devlet yurdunda olduğumuzu belli eden şeylerdi. Yürümeyi kesip olduğum yerde durduğumda dolunayın ışığı sayesine ortamın aydınlanması hoşuma gitmişti. Terlediğim için esen rüzgar zayıf,çelimsiz bedenimin titremesine sebep olsa da umursamadım. İnce pijamamın kumaşından içime sızan soğuk hala canlı hissetmemi sağlıyordu.

Ellerime tekrar baktığımda avuçlarımdaki mide bulandırıcı görüntü canımı yakıyordu. Fiziksel görüntüsü umrumda olmayan yanık izlerinin hissettirdiği acı tamamen duygusal olmakla birlikte bana geçmişi hatırlatan fotoğraf gibiydi. Her gün gördüğüm bu fotoğraf ailemin yangında öldüğü güne beni götürüp geri getirmiyordu. Yılların acısını götürmek yerine her geçen gün daha kötü etkilediği 10 yıl ölüm gibiydi. Ölümün neye benzediğini bilmiyordum ama ölümün arkada kalanlara ne hissettirdiğini en iyi bilenlerdendim.

Ölümün yalnızlık kokan nefesini her gün ensemde hissediyordum ama ölüm bana düşman sayılırdı. Ölmemi istemeyen Tanrı'ya bakmak için gözlerimi tekrar yuları kaldırdım. Yukarı bakmamın sebebi tamamen istemsizdi.

Karanlık gökyüzünü güneşten çaldığı ışınlarla aydınlata hırsıza baktım. Bu bile aklıma annemi getirdiğinde durumum gerçekten içler acısıydı. Gidip uyumam ve sabah dersime gitmem lazımdı ama ben insanların bana dediği ucube lakabını haketmek için yurdun ortasında pijamalarımla dikiliyordum. Canım acıyordu. İsmimi layıkıyla taşıyordum. Gerçekten canım acıyordu.

Güne annemin güzel sesiyle uyandığım sabahları özlüyordum. Eskileri her özlediğimde biri bana 1₺ verseydi sanırım şu an milyoner olurdum. Saçma düşünceler saçma kişiliğime ayran ve simit kadar uyumluydu. Yaptığım benzetme bile ucube dedikleri bana yakışan türdeydi.

PURGATORY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin