Bölüm 23

1.7K 238 184
                                    




3 Hafta Sonra, Kara Aydan Bir Gün Önce


İnsanların en çok inandıkları en az anladıklarıdır, demiş Montaigne. Onun gibi yazar olan Tolstoy ise, inanç yaşamın gücüdür. Bu inanç dedikleri ve inanmak fiilinin her insanda olmasının nedeni nedir? İnanç nedir ki bu insanların dilinden düşmeyen bir kelimedir?

İnsan hatalı bir mahlukattır. Zayıf iradesini güçlendirmek için yaptığı şeylerden biri de inanmaktır. Destekledikleri insanlara, düşüncelerine inanır. En önemlisi de, hala inanmayanlar olmasa da, Tanrı'ya inanır. Tanrı'nın ismini değiştirir, şekline bazen kendi karar verir. Bazen de hatalı bir varlık olduğunu tüm evrene duyurmak için kendi elleriyle bir Tanrı yaratır. Bir sinek bile yaratamayan insan yüzlerce Tanrı yarattı. Ben değil en baştaki o yazarlardan biri söylüyor bunu.

Fıtri yani doğuştan gelen bir davranış olduğu kabul ediliyor. Bir bağlanma ihtiyacı ister kendince. Kendinden daha ulu bir Tanrı seçer kendine. Sonra dua eder. Dua iletişimdir çünkü. Tanrısının onu duyacağına olan inancıyla yapar bunu. Benim hiç ait hissettiğim bir din olmamıştı. Doğduğumuzda bir dine sahip oluyor muyduk, emin değildim. Ailemin elbette dinleri vardı. Kendilerince yaptıkları inançları da vardı.

Annemin hiç tanımadığım annesi öldüğünde fark etmiştin birini. Annem o gün hiç durmadan ağlamıştı. Sonra babam ona daha fazla üzülmemesini annesinin diğer hayatta mutlu olduğunu söylemişti. O zamanlar diğer hayat derken ne demek istediğini anlamamıştım. Şimdi biliyorum.

Ölümden sonra hayatın olduğuna inanıyorlardı. İki seçenek vardı. Birbirinden tamamen farklı iki seçenek; Cennet ve Cehennem. O gün annem, annesinin cennete gittiğine inandı. Çünkü diğer ihtimali düşünmek bile üzüyordu onu. Bana hep yanlış gelirdi bu. Diri diri yanmak bir cezaydı cehenneme gidenler için. Oraya gidenler kötü olurdu, insanları öldürürdü, kul hakkına girerdi. Belki de masum bir canlının masumluğunu alırdı. Bu insanlar ateşi hak ederdi. Buraya kadar ben de kabul ediyor sayılırdım.

Peki benim ailem dünyada diri diri yanmayı hak etmiş miydi? Madem diğer tarafta ızdırap çekeceklerdi, neden böyle ölmüşlerdi? Benim daha çocuk olan kardeşim hak etmiş miydi bunu? Geriye bir cesedi bile kalmayacak şekilde ölmek miydi onun cezası? Eliyle sıcak bardağı bile tutamazdı o. Tanrı eğer varsa neden izin vermişti buna?

Acıların bazı günlerde daha çok yaraladığı doğruydu. Aslında bakılınca çok da önemli bir gün değildi. İnsanlar önemsiz bir günü daha bitirip yenisine başlayacaktı. Keşke benim için de öyle olsaydı.

Hep yalan söylüyorlardı, zamanla her şey geçer diye. Bugün tam 10 yıl olmuştu. Ne geçmişti ki? Sürekli ağladığım geceler mi geçmişti? Hayır, içim hala kan ağlıyordu. Gözler kesiyor diye kalp de mi keserdi ağlamayı? Özlemim mi geçmişti? Asla, hala ailemi özlüyordum. Hala onlarsız eksik hissediyordum. Veda bile etmediğimiz geliyordu aklıma. Kimsesiz kaldığım dünyada, onları keşke 10 yıl önce son kez göreceğimi bilseydim. Bilseydim, belki son kez sarılırdım. Unutup gittiğim kokularını bir kez daha çekerdim ciğerlerime.

Gözlerimden süzülen tuzlu sıvı akıp gitti çenemden. Hedef noktası olan siyah toprağın üzerine düştü. Doğa ana bile daha gelememişti kendine. Bir zamanlar evimizin olduğu arazinin çiçeklerle dolu olan bahçesi bile simsiyahtı. Sanki yangın daha dün gibiydi. O alevlerin içinden dün kurtulabilmiş gibiydim.

Bir damla daha düşerken göz pınarımdan bu sefer ona bir hıçkırık da eşlik etti. Şafak vakti çıkıp geldiğim bu yerde saatlerdir ağlıyordum. Güneş doğmuştu. Doğmuştu ama beni ısıtmaya yetmiyordu. Ölüm yıl dönümü çok berbat bir şeydi. 10 yıl sonra ilk defa ölümün onları aldığı yerdeydim. Çöktüğüm toprak zeminde ailemden kalıntılar vardı.

PURGATORY Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin