Türkiye'ye ilk geldiğim zamanı çok net hatırlıyorum. 13 yaşında yaşıtlarından daha cılız bir çocuk olan ben,hiç bilmediğim ülkeye ayak bastığımda bir heykelden farksızdım. Uçak yolculuğu boyunca bana bir şeyler anlatan kadını hiç dinlememiştim. Sadece düşünmüştüm. Herkesin hayatında olan dönüm noktası benim için o gün başlamıştı.Ailemi kaybetmiştim. Benim her zaman arkamda olan,sevgilerini kalbimin en derinliklerinde hissettiğim insanlar artık yoktu. Ölüm bana hep soyut bir şey gibi gelirdi ama insan yaşayınca anlıyordu. Ölüm vardı. Ölüm tüm acımasızlığıyla vardı.
O gün o kadın beni yeni evim olarak tanıttığı bir binanın önüne getirdiğinde tabelada yazan yazıyı bile zar zor okumuştum. Türkçe'yi konuşmasına konuşuyordum ama iş okumaya gelince o zamanlar çok zorlanmıştım. Yetiştirme yurdu yazısını da o gün okurken çok zorlanmıştım.
Günlerce,haftalarca kimseyle konuşmadım ama kimse beni konuşturmak için de çabalamadı. Annemin yokluğunu ilk o zaman gerçekten hissettim. Annem beni hep konuşmam ve arkadaş edinmem için zorlardı. Hayatımda ilk defa benim için bunu yapan kimse yoktu. Bunu fark ettiğim zaman sabaha kadar ağlamıştım. Ailemin ölümünden sonra ilk defa gerçekten ağlamıştım. Ağlamak sadece biri gözyaşlarını sildiğinde işe yarıyordu. O gece benim yaşlarımı kimse silmemişti. Gözyaşlarım en son o zaman döküldü.
10 yıl sonra ilk defa gerçekten ağlamak istiyordum. Bu sefer kimsenin gözyaşlarımı silmesine bile ihtiyacım yoktu. Kendim silerdim ama bir damla bile akmıyordu gözlerimden. Türkiye'ye her geldiğimde sanırım bu duyguları hissedecektim. Kendimi uzun bir film seansımdan yeni çıkmış gibi hissediyordum. Saatlerce film izlemiştim hatta filmin içinde birebir oynamıştım ama film bitmişti. Beni sinemadan dışarı atmışlardı.
Meksika'dan döneli 2 gün oluyordu ve ben hala bu moddan çıkamamıştım. Aklıma sürekli dönüp duran olaylar eski monoton hayatımı yaşamama engel oluyordu. Önceden hayatımdan şikayet ederken büyük hata yaptığımı fark ettim. Beterin beteri vardı ve ben her zaman en kötüsünü buluyordum. Pedro'yla son kez konuşmadan ayrıldığım için içim içimi yiyordu. Küçücük çocuğun yardım isteğini görmezden gelmiştim. Diğer şeyleri düşünmeye engel olsamda Pedro'nun yüzü gözümün önünden gitmiyordu.
"Çıkar şu telefonunu artık. 2 gündür şarj mı oluyor bu şey?"
Odadaki çocuklardan birinin sesini duyduğumda ona baktım. Elinde tuttuğu telefonumu gösteriyordu. Gerçekten de geldiğim gibi şarja sokmuştum ve açmaya bir türlü cesaret edememiştim. Çocuk telefonu şarjdan çıkardı.
"Tut."dedi bir anda telefonu bana atarak. Tabi ben o sıra yatakta kütük gibi yattığım için bana doğru atılan telefonu yakalayamamıştım. Telefon sert zemine düşüp iki parçaya ayrıldığında olduğum yerde kaldım.
"Pardon ya. Oğlum tutarsın sandım." Çocuk yerdeki telefonu eline alıp yanıma doğru yürüdü. Keşke ilk seferde bunu yapsaydı. Telefonu elime tutuşturdu. "Neyse,eskiymiş zaten. Yenisini alırsın."
Elimde ekranı kırılmış ve arkası yerinden çıkmış telefonumla kaldığımda çocuk beni umursamadan çıkıp gitmişti. Ben sanırım gerçekten şanssızdım. Neden her şey benim başıma geliyordu? Ama aptallık bendeydi. Neden korkmuştum da videoyu izlememiştim.
"Başıma ne geliyorsa hak ediyorum ben."dedim kendi kendime söylenerek. Telefonun zaten açık olan arkasından sim kartımı çıkardım. Yataktan kalkıp küçük kartı kotumun cebine koydum. Telefonun da camları elime batmadan köşedeki çöpe yürüdüm. Atmaktan başka çarem yoktu. Hafıza kartım da olmadığı için her şey girmişti. Eski bir telefondan da bu beklenirdi zaten.