Her şey hızla ilerliyordu. Deniz babama yaranma derdindeydi, babam da yılların intikamını alma derdinde. Sanki damat değilde kendine köle alıyordu adam.
Her şeye karışıyordu. Nişandan sonra verdiğimiz partiye giderken bile Deniz'e laf sokmuştu itinayla. "Bozloro onno bobo domoyo oloşsonoz mo" her şeyimiz tam bir o yarım kalmıştı değil mi?
Annemi nişandan sonra da yemeye devam etmişti. Ben anlamıyordum sanki. Kabullenmiş gibi görünüp, her an patlamaya hazır saatli bomba gibi ortalarda geziyordu.
Deniz ise ona yaranacağım diye nerdeyse yeşil başlı ejderhanın yumurtasını çalıp getirecek durumdaydı. Beni çok istediği için mi yoksa yıllardır içinde biriktirdiği hırstan mı?, ah bir emin olsam... diye kendi kendimi yerken beni sevdiğine kesin ve net emin oldum. Hah bir de babasının oğlu olduğuna.
Biz nişandı, sözdü koştururken, okulda hayat tüm hızıyla devam ediyordu. Dersler, yarışmalar ve tabii ki katıldığımız turnuvalar.
Benim için en önemli turnuvalardan birisi voleybol turnuvasıydı. Kendimde oynadığım için mi bilemem (evet çok çok uzun boylu olmaya bilirim ama 1,68'lik boyumla gayette güzel zıplayıp smaç basabiliyordum) kızları hiçbir maçta yalnız bırakmazdım.
Final maçını muhtelif kereler karşılaştığımız başka bir okulla yapacaktık. İtinayla giyindim. Krem rengi pantolonum, lila rengi gömleğim, üzerine de okulumuzun kazağından giydim. Renklerimiz mor ve altın sarısıydı. Okul forma renklerimiz, siyah pantolon, veya etek üzerine erkeklerde de absürt durmasın diye çok koyu mor tişörttü.
Deniz maçın sonlarına doğru ancak yetişebileceğini söyledi. Karşı takımın müdürü genç, bekar ve kendinden emin birisiydi. İlk sene onlar bizi yenmişlerdi, şimdi ikinci senemizdi. O müdürün suratındaki ukala gülüşü silebilmek adına bu sene maçı mutlaka almak istiyordum.
Kızlar ısınmak için sahaya çıkana kadar soyunma odasında, yanlarında durdum. "Hocam bizi inanılmaz motive ediyorsunuz, siz bizim uğurumuzsunuz", diyorlardı. Kendileri istiyordu beni. Kızlar sahaya çıkınca mecburen yerime geçtim.
Koltuğum, protokol olarak ayrılan bölümde, o ukalanın hemen yanındaydı. Çocuklara sporda dostluğu, FairPlay'i aşılıyorduk. Tüm maç boyunca cool bir şekilde oturmam gerekiyordu.
Beni görünce ayağa kalktı, elimi sıktı.
— Nasılsınız Peri Hanım?, diye sordu kibar bir şekilde.
— Teşekkür ederim iyiyim Samim Bey, siz nasılsınız?, diye sordum ben de gülümseyerek.
— Ben de iyiyim, sizleri gördüm daha iyi oldum, dedi gizlemediği bir hayranlıkla.
Parmağımdaki yüzükleri gözüne sokmak istesem de maç sonuna sakladım hevesimi ya çifte bayram yapacaktım ya da en azından yüzükleri gözüne sokup, yüzündeki zafer gülüşünü silecektim.
Maç çok çekişmeli geçiyordu. İlk seti kızların tüm gayretine rağmen onlar aldılar. Bizim koç çıldırıyordu. Okula yeni gelen, çok kabiliyetli ama maç tecrübesi olmayan Berrak diye bir kız vardı, onu aldı oyuna.
Kız kendini göstermek adına atom karınca gibi koşturuyordu sahanın içinde ikinci seti biz almıştık. Nasıl rahatladım. Üçüncü sete onlar önde başladı ama Berrak maça daha bir asıldı ve üçüncü sette bizim oldu.
Samim Hoca gözle görülür bir şekilde gerilmişti. Kravatını çekiştiriyor, parmaklarıyla dizinde tempo tutuyordu. Bense keyiften otuz iki diş sırıtıyordum. Son sette çekişmeli geçse de maçı biz almıştık. Sevinçle ayağa fırladım. Kızların hepsi önce kendi aralarında sevindi sonra da tek sıra olup bana selam verdi. Ben de onlara öpücük uçurdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geç Gelen Aşk Çocuklar (#Tamamlandı)
General Fiction(5. Hikaye) Geç Gelen Aşk'ın, Bu Defa B'aşk'a'nın ve Geçmişten Gelen Rüzgar'ın çocukları bir hikayede buluştular. Deniz, Peri, Kumsal, Berdan, Baran, Yosun ve diğerleri. Nermin, Demir, Perihan ve Berzan koca koca insanlar olmuşlar. Bakalım onların...