TOPLANTI

4.5K 510 116
                                    

Sabah sayesinde işe geç kalmıştım. Üzerimde dün giydiğim kıyafetler vardı. Yırtık kot, deri ceket. Resepsiyonda ki kızlar hariç kimseye görünmeden odama geçebildim.

Annemin kızıyım, odamda küçük bir giyinme odam var. Ani toplantı olur diye, üstüme bir şey dökülür diye her zaman yedek kıyafetlerim durur.

Hemen üzerimi değiştirdim çünkü toplantı yarım saate başlayacaktı ve ben hala rüyalar alemindeydim. Siyah pantolon üzerine siyah, anvelop (anvelop; kıyafetin bir ucunun, diğer ucuyla üst üste getirilerek çarpraz bir şekilde kapanmasıdır. Bu çapraz kapatma şekline anvelop denir), uzun kollu bluzumu giydim. Stilettolarımı buldum, onlarıda ayağıma geçirince hazırdım.

Saçlarımı at kuyruğu yaptım, hafifte bir makyaj, aynadaki görüntü hoşuma gitti. Hele hele gözlerim, parmağımdaki yüzükten daha çok parlıyordu. Cihan bana tekrardan hayat vermiş, içimde baharları açtırmıştı.

Kapıdan koşarak çıktım, çünkü misafirler gelmiş, toplantı odasına alınmışlardı. Müge elinde tabletim ve telefonum toplantı odasının kapısında beni bekliyordu. Misafirler gelmeden önce, perdeler indirilmiş, barkovizyon için hazırlığımızda yapılmıştı.

— Kaç kişi gelmişler Müge, diye sordum telaşla.

Normalinde böylesi büyük bir iş gelince, ben erken gelir tüm hazırlığı kontrol ederdim de, işte aşk sarhoşu olunca, diye düşünürken içimden, yine kızarmaya başladım.

— Dört kişi Kumsal Hanım, dedi yüzüme bakarak.

— Çok bekletmedim umarım. Yüzümde gözümde bir falso var mı?, diye sordum Müge'ye dönüp.

— Hayır Kumsal Hanım, her zamanki gibi muhteşem görünüyorsun. İçerdekilerin aklını alacaksın, dedi göz kırparak. Gereksiz bir heyecanla, ellerim titriyordu. Kendime küfür ettim, sanki ilk defa, bu kadar büyük bir firma ile görüşcektim. Defalarca kere yaptığı şeydi.

Derin bir nefes aldım, tabletimdeki dosyaya, odaya gitmeden son bir kez daha göz attım. Ünlü bir İngiliz yatırım firmasıydı. Çeşitli iş kollarında şirketleri vardı. Gelense şirketin CEO'su Martin Boomer ve avukatı v.s iydi işte. Aldığım nefesi sesli bir şekilde bıraktım ve yüzüme en profesyonel gülümsememi oturtup içeri girdim;

— I'm so sorry, I'm late,(özür dilerim, geciktim) dediğim noktada içerde tanımadığım üç adamın içinde, bana imalı imalı sırıtan, Cihan'la göz göze geldim. Ben, gözüne far tutulmuş tavşan misali kalırken, adamın gözlerinde yaramaz parıltılar dans ediyordu. Hatta yetinmeyip;

— Nedense, dedi Türkçe olarak. Kimseye çaktırmadan kaş göz işareti yapmamın imkanı da yoktu çünkü odaya en son giren olduğum için tüm gözler üzerimdeydi. Müge anlamamış gözlerle bana ve ona bakıyordu. Gayet sakin.

— Would you drink to something?(Bir şey içmek ister misiniz?), diye sordum konuyu değiştirmek adına ve o an aklım başka bir şey gelmediği için. Kendimi tanıtmayı bile unutmuştum. Ama o hala gözlerimin içine ısrarla bakıyor ve sırıtıyordu. Martin Bey ve yanındakiler kave içerken;

— Çay, dedi Cihan ve gözümün içine baktı. Sabah erken kalkıp, teknede beraber çay demlemiştik. İkimizde köpek gibi onu ima ettiğini biliyorduk. Müge aşağı içecekleri bildirirken ben yerime geçip oturdum. Kendimi tanıttım. Oval masada karşılıklı oturuyorduk. Ona bakmadan, İngilizce konuşarak, ortalığı batırmadan, konuşmamı bitirdiğim için kendimi tebrik ettim. Benden sonra Mr. Martin söze başladı (Türkçe olarak, devam edeceğim)

— Dük Edward'ın teknesini görür görmez, aynından istediğimi anladım. Türkiye'ye tatil için geldiğimizde bizi teknesinde ağırladı kendisi. İşte o zaman gördüm sizin yaptığınız tekneyi, dedi kendileri ve ben kaldım. Mecburen;

Geç Gelen Aşk Çocuklar (#Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin