Akşam üstü Bozburun'a ulaştım. Yorulmuştum ama denizi görünce tüm sinirlerim gevşemişti. Eşyalarımı eve çıkarttım. Klimayı yaktım. Ev ısınınca, kendime bir çay yaptım ve denizi seyretmeye başladım.
Evet ani kararlar vermemle meşhurdum ama bu verdiğim karar anin de ötesinde düşüncesizce olmuştu. Şirketi bırak demesini kendime yedirememiştim. İş her şeyden önce gelir miydi? Onun geliyordu, fedakarlık yapması gerek bendim ama neden ben?
Kafamda hep bu soru döndü durdu. Onun işi çok komplikeydi evet ama benim ki de oturmuş bir şirketti. Ben başa geçtikten sonra uzun zaman tatil bile yapmamıştım, şirketi büyütmek adına.
Tamam yazın üç ay üretim duruyordu belki ama ben o sırada yeni müşteriler edinmek için yurtdışına fuarlara gidiyordum, etkinliklere katılıyordum. Yeni projeler çiziyordum.
Düşünürken karnım acıkmıştı da canım bir şey yemek istemiyordu. Bir tane portakal yedim ve annemin deyimiyle en iyi unutma terapisi olan uykunun kollarına kendimi bıraktım.
Bölük pörçük uyuyarak sabahı ettim. Erkenden kalktım, atv'ye atlayıp atölyeye gittim. Çalışanlar beni görünce şaşırsa da bir şey demediler. Biraz sonra amcam geldi. O da yavaş yavaş yorulmaya başlamıştı. Tam manasıyla ayağını sürüye sürüye işe geliyordu.
Evet belliki Çapan Yatçılık benim inadımla yürüyordu. Ben her şeyi herkesi burası için zorluyordum.
— Kumsal hoş geldin kızım, dedi bana sarılırken.
— Hoş bulduk amcacım nasılsın?, diye sordum yanaklarını öperken.
— Aman iyiyim her halde. Sırtım biraz ağrıyor yine.
— Madem öyle, Ebru Teyzem seni nasıl saldı bugün buraya, diye takıldım gülerek.
— Sırtımın ağrıdığından haberi yok, söylemedim. Yoksa beni hayatta evden dışarı çıkartmaz, dedi gülümseyerek.
— Amca hazır ben buralardayım sen eve git dinlen, bir şey olursa ararım, dedim elimi koluna koyarken. İkiletmeden kabul etti ve;
— Bize gelmeyecek misin?, diye sordu boynunu büküp.
— Bu akşam yemeğe gelirim söz, dedim ve onu eve yolladım. Ben de ustalarla çalışmaya başladım. En büyük zevkim zımpara yapmaktı. Bir ucundan başladım.
Öğlen ustalar yemek yerken ben deniz kenarına inip, denizi izlemeye başladım. Usta başı Ragıp, bir bardak çay ile yanıma geldi. Beraber büyümüştük. Abimden iki yaş kadar büyüktü. Küçükken, babası ile beraber gelirdi atölyeye.
Babasına yardım ederdi. Beni görünce de suratını asar dahada hırsla iş yapardı. Ona göre kızların burada işi yoktu. İlk okul üçüncü sınıfta falandım yine böyle canhıraş zımpara yapıyordum. Yanıma geldi;
— Kızlar zımpara yapamaz, dedi nihayet ağzındaki baklayı çıkartmıştı. Taş çatlasın altıncı sınıf falandı. Kollarımı göğsümde çapraz yapıp, tek gözümü kısıp;
— Nedenmiş o?, diye sormuştum hırsla.
— Gücü yetmez de ondan, demişti yandan sırıtarak. Çok kızıp, gözünün üstüne çakmıştım yumruğu. Sonra o bana erkek Fatma demeye başlamıştı ben de ona sümsüşük. Aklımız erdikçe iyi arkadaş olmuştuk. Liseden sonra iki senelik yüksek okul okuyup atölyeye gelmişti. Şimdi de usta başıydı ama biliyordum ki atölyeyi götüren oydu.
— Yine Karadeniz'de gemilerin batmış erkek Fatma, dedi elindeki sandviçi elime tutuştururken.
— Ragıp sağol ben yemeyeceğim, dedim sandviçi geri iade ederken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geç Gelen Aşk Çocuklar (#Tamamlandı)
General Fiction(5. Hikaye) Geç Gelen Aşk'ın, Bu Defa B'aşk'a'nın ve Geçmişten Gelen Rüzgar'ın çocukları bir hikayede buluştular. Deniz, Peri, Kumsal, Berdan, Baran, Yosun ve diğerleri. Nermin, Demir, Perihan ve Berzan koca koca insanlar olmuşlar. Bakalım onların...