Bölüm 28:Karşı Saldırı

296 22 246
                                    

Elliot Dennis Einsteen'den...

Dolandırılmış gibi hissediyordum.Demek istediğim;geceleri uyumama prensibimin anlaşmasında asla herkes uyurken üzerimizde patlayacak bombaları veya etrafımızı çevreleyecek savaş helikopterlerini ilk fark edecek kişi olma maddesi olduğunu hatırlamıyordum.Hatırladığım tek şey;bizimkilere bunun sağlığımı kötü etkilememesi için gündüz yeterli uykuyu alma konusunda söz vermiş olmamdı.Ama bu da yeni ve feci derecede saçma olan hayatımın değiştirilemez,değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir kuralıydı herhalde çünkü bu ikinci oluyordu.

Savaş helikopterlerinin o tanıdık sesini duyar duymaz yerimden fırlayıp kardeşlerimi uyandırmaya çalıştım,onlar yavaş yavaş kendine gelirken hızla silahımı kapıp kendimi kulübenin dışına attım.Bir bomba isabet edip tüm kulübeyi başımıza yıkmadan korunaklı bir alana gitmemiz gerekiyordu ama kulübeden dışarı adımımı attığım anda bu sefer işlerin geçen seferki gibi olmadığını tüm vücuduma yayılan garip ürperti hissiyle anladım.Geçen seferki sadece bir baskındı ama bu gerçek bir savaşın başlangıcıydı.Bunu her şeyden anlamak mümkündü;savaş helikopterleri sayıca geçen seferkinden çok daha fazlaydı,bombalar bu sefer kesinlikle küçük ölçekli bombalar değildi çünkü isabet ettikleri yerin en az yirmi metre uzağına kadar etkisinin sürdüğünü görebiliyordum ve en önemlisi;helikopterlerin en büyük hedefleri Büyük Ev'i vurmaktı ki bu da şu anlama geliyordu: Kheiron ile Dionysos'u,kampın resmi liderlerini öldürmek istiyorlardı.Kheiron'u sevsem de Açlık Oyunları döneminde tamamen pasif kaldığı ve bize yardımcı olamadığı için pek çok kampçı gibi bende ona kırgındım;Dionysos'u ise kimse sevmezdi zaten ama yine de bu düşünceyle içimi büyük bir dehşet kaplamıştı.Çünkü kampımızın resmi liderleri ölürse bundan sonra bize ne olacaktı?Ama zaten onlar ölebilir miydi ki?Dionysos bir Tanrı'ydı;yani ölemezdi ama asla düzelemeyecek ölçüde yaralanabilirdi ve işimize yaramayacağı sürece zaten kendisi zerre umrumda değildi.Kheiron ise Tanrılar sayesinde binlerce yıldır yaşıyordu,ölemiyordu ama hiç ciddi bir tehlike atlattığını da görmemiştim.Gerçekten ciddi bir tehlike altında nasıl bir reaksiyon göstereceğini bilmiyordum.Ama bundan da ötesi şuydu: Eğer ihanet eden melezler Kheiron ile Dionysos'u saf dışı bırakmayı başarırsa bu kampı ele geçirdikleri anlamına gelmez miydi?Tanrılarım;tam da bu anlama geliyordu ki bu korkunçtu.İhanet eden melezler kampçılar tutsak yoldaşlarına kötü davrandığı için biz kampçılardan nefret ediyor olmalılardı,ellerine düşersek bize ne gibi işkenceler edeceklerini tahmin edemiyordum.Ya da ediyordum;muhtemelen kampçıların ihanet eden melezlere yaptığı eziyetlerin aynısını yapacaklardı ki bu eziyetleri tam bir yıldır izlediğimi düşünürsek aslında bu konudaki tahminlerim bir hayli çok bile denebilirdi.Tanrılarım;bunun bir anlamda ilahi adalet olduğunu düşünmek beni çok üzüyordu.Ama ben hiçbir zaman ihanet eden melezlere kötü davranmamıştım ki;başkalarının yaptığı eziyetlerin faturası bana da kesilecekti!Belki de ihanet eden melezler kampı ele geçirmeden kamptan kaçmanın bir yolunu bulmalıydık ama bu da kampımızı yüzüstü bırakmak olmaz mıydı?Yıllardır evim olan bu yere bu kötülüğü nasıl yapabilirdim yahu?Ama kalıp da eziyet mi çekmeliydim;sonuçta kazanan yüksek ihtimal ihanet eden melezler olacaktı,kampçılar olarak tamamıyla hazırlıksız yakalanmıştık.Ne yapmalıydım;bir korkak ve bir vefasız gibi kaçıp gitmeli miydim,yoksa kaybedeceğimi bile bile savaşmalı ve yüksek ihtimalle ya şimdi burada ölümcül bir bombayla ne olduğunu anlamadan ya da sonrasında ihanet eden melezlerin eziyetlerine dayanamayıp iğrenç ve sefil bir şekilde ölmeli miydim?Tanrılarım!Aklımda bin tane tilki dönüyordu ve ne yapacağımı hiç bilemiyordum;aslında pek de çok olmayan ve hiçbiri pek de matah olmayan seçeneklerimin arasında kaybolmuştum.Albert Einsteen'in ruhunu taşıyan bir insan olarak daha hızlı ve daha pratik karar vermeyi acilen öğrenmem gerekiyordu.

Endişenin ve korkunun tüm hücrelerime yayıldığını hissederken bir bombanın bize zarar vermeyecek uzaklıkta bulunan Afrodit kulübesine direkt isabet edişini an be an izledim.Kulübenin içinden gelen çığlıkları duyduğumda içimin sızladığını hissettim;bu acıyla bağıran çocuklar benim arkadaşlarımdı,yıllardır bu kampta beraber pek çok badire atlattığım dostlarımdı.Az önce nasıl olup da kampı bırakıp gitmeyi düşünebilmiştim ki?Sonucunda ne kadar acı çekersem çekeyim,kampa,evime ve dostlarıma sahip çıkmak;elimden geleni yapmak zorundaydım.Hızla darmaduman olmuş kulübeye doğru koştum ve gördüğüm manzarayla beraber midemin ağzıma geldiğini hissettim.Melezlerin birçoğunun çoktan hayatını kaybetmiş olduğunu görebiliyordum;yerde külçe gibi yatan, cansız bir şekilde ifadesiz bakışlarla bakan kamp arkadaşlarıma bakarken içimden sadece ölene dek ağlamak geliyordu.Ama aslında onlar yine de şanslı olanlardı;yani hala tek parça halinde olanlar.Kolları,bacakları kopmuş,vücudunun parçaları etrafa yayılmış olanların sayısı çoğunluktaydı ve ben bu manzaraya bakarken öğürmemek için kendimi çok zor tutuyordum.Yardım edebileceğim kimse olmadığına,her şey için çok geç olduğuna inanarak arkamı döndüm ve tam uzaklaşacaktım ki ince bir çığlık sesi duydum;bir insan sesi.Kalbim umutla çarparken geri döndüm.

Yanlış Taraf | PJO×Açlık Oyunları(Katılımlı Hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin