"Bir ölümün ardında sırlar belirdi ve o sırlar ölümü getirdi."
Derin Sezgil babasını birkaç ay öncesinde kaybetmiştir. Babasının ani ve beklenmedik ölümü hayatını sarsıcı bir oyuna sürükleyeceğinden habersizce yaptığı plan hem onun felaketi olacaktı...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Lucia - Silence
Michl - Kill Our Way To Heaven
Michael Kiwanuka – Love & Hate
Nefret çok güçlü bir histi. Bir insanı yaşama bağlarken, bambaşka bir insanın ölüm fermanı için planlar yapmaya ve içindeki merhametini öldürmeye dahi izin vermeye götürebilirdi. Ve bu durum aslında korkunçtu. Elle tutulmayacak, kalpte saklanması zor olan bir histi ve ben ilk kez gözlerimdeki bu hissi Rüzgar'ın gözlerine sunuyordum. O, gördüğünü ne kadar doğru yorumlayabildiğini bilemesem de gördüğü tam olarak nefretti.
Külleri kalmış bir kadının bir kez daha yanamayacağını anladığı anda, başkalarının canını yakmak adına gittiği yol, kendiyle beraber herkesi yok edebilirdi. Ben yok olmuştum, sıra onlardaydı.
Tek savaş iki taraf vardı. Rüzgar ayrı cephede ben ayrı cephedeydim. Birbirimizin düşmanıydık. Aynı cephelerde olamayacak kadar da zıttık.
Gözlerimde belirgin bir şekilde duran nefrete karşın umursamazca güldüm. Ona istediğini verecektim, çünkü benim de ondan almak istediğim çok şey vardı. Hayat böyleydi, her şey karşılıklıydı. Ne yazık ki... Bundan öte yapacak bir şey maalesef ki yoktu.
Elimi çantama uzattım. Ve bir an bile düşünmeden çantamın içerisinde yer alan telefonumu çantamdan çıkarttım. Gözlerindeki ifadeyi görmesem de beni dikkatle izlediğini tahmin ediyordum. Ya da hissediyordum. Ama bir şekilde anlaşılıyordu bu durum. Telefonun tuş kilidini açarken, bacak bacak üstüne attığım bacağımı düzeltmedim. Rahat ifadem hala bedenindeydi. Korkacak bir şey yoktu. Benim kaybedecek bir şeyim zaten kalmamıştı. Ben ölsem dahi ailemden geri kalanları Cihan korurdu.
Telefonun tuş kilidini açıp Yıldız'ın olduğu numarayı listeden buldum. Ve bir anda arama tuşuna bastım. Basmamla telefonu hoparlöre vermem de bir oldu. Rüzgar'ın yüzüne baktığımda tam da tahmin ettiğim gibi beni dikkatle izlediğini gördüm. Telefonu çenemin hizasına getirdiğimde, dudağımı nemlendirdim. Aralık kalan dudağımın içerisindeki dilimi küçük bir tur döndürdüğümde bakışları koyulaşmış, ifadesi donuklaşmıştı. Aralıklı dudağımı kapattığımda yutkundum. O sırada Yıldız da telefonu açtı. Bakışlarım telefonuma çevrildiğinde, ifademi sabit tutmaya çalışıyordum aynı zamanda.
"Derin! Nasılsın? Bir süredir konuşamıyoruz. Neler yapıyorsun?" dedi Yıldız ince sesiyle. Hafifçe kaşlarım çatıldığında, aslında tam olarak ne söylemem gerektiğini dahi bilemiyordum çünkü cidden bir süredir konuşmuyorduk ve ben insanları önemli bir şey olmadığı sürece aramayı sevmeyen birisiydim.
"İyiyim tatlım, sen nasılsın?" dedim sakin bir şekilde. Bu konuşmanın çok uzamasını istemiyordum çünkü Rüzgar'ın dikkatli ve kusur aradığı belli olan bakışları beni diken üstünde tutuyordu, rahatsız oluyordum. Bunu da yansıtmak istemediğim için ifademi bozmamaya çalışıyordum.