"Bir ölümün ardında sırlar belirdi ve o sırlar ölümü getirdi."
Derin Sezgil babasını birkaç ay öncesinde kaybetmiştir. Babasının ani ve beklenmedik ölümü hayatını sarsıcı bir oyuna sürükleyeceğinden habersizce yaptığı plan hem onun felaketi olacaktı...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Dilan Demirel - Kırık Ama Hayatta
Dolu Kadehi Ters Tut & Sedef Sebükteki - Gitme
Şebnem Ferah - Savaş Boyası
Athena - Yalan
Korkunun kişi üzerinde iki etkisi bulunur; ilki sessizliği bir palto gibi üzerine geçirip, lal olan diliyle sadece bakmakla ve kalbinin avaz avaz bağırıp, göğsünü dövmesiyle oluşur. İkincisi ise zihnini susturamayıp kendini aklamak amaçlı ya da aksini savunmak isteğini barındırdığı için durmadan konuşmasıyla, sık sık nefesler alarak korkusunu oldukça belli ederken etkisini gösterir. İlki soğuk kanlı insanlar içindir, içlerinde depremler tarafından enkaz edilen hisler de olsa onları göstermemek için ellerinden geleni ardına koymazlar. İkincisi ise duygularının esiri olmuş, yeterli derecede sır saklayamayan insanlar tarafından olur. Keza, hem panik olup hem de oldukça iyi yalan söyleyebilen kişiler aslında en korkulması gerekenlerdir.
Onlardan birisi de bendim. Şimdi sessizlik dilimi kör bir bıçakla kestiğinden konuşamıyordum ancak olanı tam anlamıyla idrak ettiğim takdirde yalan söylememem kaçınılmaz olacaktı.
Savaşın içerisinde kalmış, elimde avucumda silahım olmadığı halde mecburiyetten tek başıma, kendimi korumak zorunda olduğumu hissettiğim zamanlar olmuştu. Yine öyle bir zamandaydım. Sadece düşünerek, akıl sağlımı koruyarak başarılı olmam gereken noktalardan birisindeydim. Soğuk kanlı olmalı, ifadesiz bakışların ardına sığınıp hiç renk vermeden ne olduğunu anlamam gerekiyordu. Şayet korktuğum imtihan da beni bekliyorsa, onu geçmem lazımdı. Gerekirse gözlerinin içerisine baka baka, kusursuz bir oyuncu gibi olmalı, yalan söylemeliydim. Onu kandırmalı, bu savaştan sağ salim çıkmayı başarmalıydım.
Keşke, dediğinde iç sesim, acıyla karışık bir ses duydum zihnimin küflü odasında, keşke ona yalan söyleyebilmen eskisi kadar basit olsaydı. Ne yazık ki bu doğruydu. Eskisi kadar basit değildi, belki hiç de basit olmamıştı. Sadece ben öyle sanmış, öyle olacağına inanmıştım. Birisinin gözlerinin içerisine bakarak yalan söylemek günahların en afilisi değil miydi? Cehennemde en çok yalancılar yanmaz mıydı?
Yedinci yer, en alt tabakası benim gibi yalancılar içindi. O halde benim kabul göreceğim başka bir yer olmasa gerekti. Mecbur kalmam, ortada bir canavar gibi duran yalanımı saklayamıyordu. O canavar karadelik gibi beni içine çektikçe, ben kayboluyordum.
Savaş meydanındaydık, en azından ruhum böyle olduğunu hissediyor ve bedenime sığamıyordu. Kimin tarafında olduğumu bilemiyordum. Kimi korumalıydım? Aslında şu an, en çok korunması gereken ben değil miydim? Öyle olsam bile gidip kimseye beni koru ve savun diyemeyecek kadar da gururlu oluşum, sırtımı dimdik tutmamı sağlıyordu. Ama bana bakan bir çift acı kahve, benim savunma mekanizmama sağlam darbelerde bulunuyordu.